GEÇMİŞE ÖZLEM
Sürekli geçmişe bakan bir kuş var içimizde
Mazimize yuva yapmış,
Uçamıyor, kaçamıyor, kanatları yok…
Özgür Bacaksız
***
Zamanın gerisine doğru bir yolculuk yaptığımızda beraberinde bir özlem duygusuyla karşılaşırız. Yaşadığımız bu zamanda, gelişen ve değişen dünyanın bize sağladığı çok fazla kolaylık ve imkân olmasına rağmen kendimizi geçmişi özlemekten alıkoyamayız.
Bu gelişimin içinde gözlerimizle görebildiğimiz pek çok şey var aslında.
Peki ya hissedebildiklerimiz?
İşte burada geçmişe duyulan özlem duygusu açığa çıkıyor. İnsanlar maddi ve manevi bir doygunluk hâlinde bile olsa yaşadığı maneviyatın bir veya birkaç adım gerisine gittiğinde özlem duygusu yine kaçınılmaz oluyor.
Çünkü saf sevgiyi ve hoşgörüyü özledik.
O zamana ait arkadaşlıkları ve dostlukları özledik.
‘Komşuda pişer bize de düşer’i özledik.
Hayatın tadı tuzu kalmadı diyoruz ya, işte hayattan o tadı tuzu almayı özledik.
Sebzenin ve meyvenin damağımızda kalan tadını bile özledik.
Kese kağıdında aldığımız, arasına lokum sıkıştırdığımız bisküvilerimiz var. Nenelerimizin ve dedelerimizin bize anlattığı masallarımız var. Cümbür cemaat toplandığımız bayramlarımız var. Komşunun bahçesinden aşırdığımız elmalarımız var. Gazoz ve çekirdek eşliğinde izlediğimiz açık hava sinemalarımız var. Arkadaşlar arasında dolaşan hatıra defterlerimiz var. Geçmişte özlediğimiz çocukluğumuz ve gençliğimiz var.
İnsan ilişkilerinin pamuk ipliğine bağlı olduğu bu dönemde geçmişi bir sığınak, bir liman gibi görmemiz şimdilerde ilişkilerimizin güçlü olmadığındandır. İnsan olarak aramızdaki ilişkileri daha güçlü tutabilmeyi başardığımız zaman daha mutlu olacağımıza inananlardanım.
Eski tiyatro ve sinema oyuncumuz Bülent Kayabaş, 1967 yılında Kemal Sunal ile yaşadığı bir anıyı şöyle anlatır: Paramız yoktu, beş kuruşsuz dönemlerimizdi. Parasızlıktan çay bahçesine bile gidemezdik. O zamanlar ortalık o kadar sakin ki manav domatesini, biberini yerinde bırakıp gidiyor geceleri. Biz de o domateslerden alıp tuza banarak yiyoruz. Öyle geçiyor günler…
Provalar oldu, oyunlar başladı derken biz hâlâ devamlı domates alıyoruz aynı tezgahtan ama bayağı alıyoruz. Alıyoruz dediğim, düpedüz çalıyoruz. Yıllar sonra o Kemal Sunal, ben de Bülent Kayabaş olduktan sonra bu anıyı anlattık birbirimize. Çok güldük, hüzünlendik derken düştük Kemal’le Pendik yollarına. Domatesini çaldığımız manavı bulduk. “Vaaay!” dedi adam. “Ne arıyorsunuz siz burada?” Biz de anlattık, “Aşağı yukarı iki günde bir senin kasalarından domates çalar, tuza banar yerdik.”
Adam durdu, durdu… Bir başladı ağlamaya. “Siz nasıl bana söylemezsiniz! Ben size değil domates, her gün yemek verirdim.” diye ağlıyor. Biz ağlıyoruz, adam ağlıyor…
Bu kısacık anı bize o dönemdeki kocaman yürekli bir manavı görmeden bile özletmeye yetti. Kadir kıymet bilmek, vicdan ve merhamet sahibi olmak ne paha biçilemez bir değer.
Yaşadığımız bugünde geleceğe kaygıyla bakmak geçmişi daha çok özlememize neden oluyor.
Geçmiş okuyup beğendiğimiz, rafa kaldırdığımız bir roman gibi. Geleceğimiz ise henüz sayfalarını açmadığımız, belirsizlik içinde olan ve okunmayı bekleyen bir başka kitap.
Bu salgın dönemini düşünüp, sadece 1 sene geriye gittiğimiz zaman bile çok şeyi özlediğimizi fark ediyoruz. Birbirimizle sohbet etmeyi, aynı ortamlarda, aynı sofralarda buluşmayı en çok da birbirimize sarılmayı özledik. Demek ki insanın insana duyduğu ihtiyaç ne zamana, ne de mekana bakıyor.
Hayatımızın her anında mutlu olmak için sebepler bulabilmeli, bunu yaşam tarzımıza uygun bir hâle getirebilmeli ve yaşananlardan mutlu olmasını öğrenebilmeliyiz. Geçmişimizi tabii ki özleyelim ama geçmişe de takılıp kalmayalım. Kalmayalım ki yarınlarımız için yol alabilelim.
Uzaktan da olsa sizi sevgiyle kucaklıyorum…