Anadolu16.com

Varta Aşiret Reisinin Karısı Xece’ye (Hatice) ziyaret

21.02.2021
A+
A-

Ona binlerce yıl önce Kuzey Mezapotamya’da yaşayanlar, Malo Ato dağı dediler.

Sonra adı Maruto oldu. Bir ara Mereto oldu. Bir ara Aydınlık dağı oldu. Ama hiç kimse sonradan bozma Aydınlık dağı ismiyle anmadı o dağın ismini.

Mereto, Güneydoğu Toroslar’ın, hatta tüm Mezopotamya’nın en yüksek, en ulu dağıdır. Mereto’nun eteklerinde yüzlerce kanyon, derin vadiler, binlerce uçurumlar, sivri tepeler, yüzlerce dere yatağı vardır.

Mereto aynen piramit gibi bir dağdır.

Mereto kutsaldır. Efsanesi olan, mitolojisi olan bir dağdır Mereto.

Mereto dağında bahar, yaz kış rüzgar, ayaz hiç eksik olmaz. Mereto’nun rüzgarı uğultuludur. Nasıl bir hayvanın bacağı kırılır ya hani… Canı yandığı için acı acı bağırır ya o hayvan. İşte aynen acı acı, bağırarak eser Mereto yamaçlarının rüzgarı.

Mereto yamaçlarında rüzgar deli eser. Acı eser. Mereto’da rüzgar, ayaz hiç eksik olmaz.

Mereto dağı kokulu bir dağdır. Mereto zirvesine doğru indiğimizde, dağ otlarının, kır çiçeklerinin kokuları beni adeta çarpmadı desem yalan olur.

Mereto dağı adeta kokulu bir dağ.

Mereto adeta bir kokular denizi…

Mereto kekik kokulu, püren kokulu bir dağ.

Mereto yamaçları sanki bir sütleğen otu tarlası…

Mor renkli Çan Çiçeği, Kavun içi renginde gelincik çiçekleri, mavi – mor jentianalar, yabani menekşeler, arap saçı otları, püren otları… Otun çiçeğin binlercesi…

Mereto’nun etekleri, mavi- mor, beyaz çiçekli hayıt çalıları ile dolu.

Mereto’nun etekleri sanki bir hayıt ormanı. Ben hayatımda bir çok dağa gittim, çıktım, indim, ama Mereto gibi kokanını hiç görmedim. Mereto sanırsın ki sanki kır çiçeklerinin kokularıyla özellikle yıkanmış bir dağ.

Mereto’nun kokusu beni adeta çarpıyor. İçimi hoş ediyor.

Mereto’nun dik yamaçlarında acı acı, uğuldayarak esen o rüzgar dağ otlarının, kır çiçeklerinin kokusunu sanki onlardan çekip almış da sanki Mereto yamaçlarını kokuyla yıkamış. Dağ çiçeklerinin, otlarının kokuları adeta içime ferahlık veriyor.

Mereto’nun kokusu adeta burun deliklerimi sızlatıyor. Birden burun deliklerimin her nefes alış verişte inip kalktığını, içime güzel kokuların dolduğunu hissediyorum. Bu kutsal dağ, dağcı ekibimizle birlikte Mereto eteklerine vardığımızda bu güzel kokularıyla sanki bize hoş geldin demek istemişti.

Dünyanın en güzel kokulu bitki örtüsüne sahip Mereto’dan yayılan kokunun güzelliği içime işliyor. Adeta huzur ve mutluluk, ferahlık içinde kendimi kaybediyorum.

Mereto delidir. Mereto katildir. Mereto’nun rüzgarı insanın bedeninin çıplak yerlerine değerse, insan sanki vücuduna buzdan bir kılıcın değdiğini anlar. Mereto, Asurlular zamanından beri insanları hep korkutmuştur. Kuzey Mezapotamya insanı Mereto’nun ihtişamı ve heybeti karşısında, onu ulaşılmaz ve kutsal bir yer gibi görmüşlerdir.

Kuzey Mezapotamya insanı kötülük yapan birini Mereto senin canını alsın, Mereto senin yüzünü güldürnesin diye korkuturlarmış.

Gece olunca, çakır yıldızların kirp kirp ettiği gecelerde Mereto’nun eteklerinden bakıldığında Mereto’nun ihtişamı insanların yüreğine inen bir korku salar. Sason’un yüzlerce vadileri vardır. Sason’daki bu yüzlerce vadi içinde yaşayan, ki onlar şu anda hâlâ eski zamanlardan kalan Ermenilerin torunlarıdır ki, işte bu insanlar, gece olunca

Gökyüzünde dolunayın ya da çakır yıldızların bol olduğu gecelerde yüzlerini mutlaka Mereto’ya döndürüp, Mereto’nun karanlıktaki silüetini izlerler. Sason vadileri içinde yüz beş yıldır, gizlenerek, korku içinde yaşayan, kimliklerini sürekli şekilde gizlemeye çalışan o Ermeni, Süryani, Keldani artıkları insanlar, Mereto’nun kendilerine şans getirmesini dilerler. Çakır yıldızların kirp kirp ettiği gecelerde Mereto’nun siyah silüetine bakan insan Mereto’yu sanki iki üç kat daha büyümüş gibi görür.

Kuzey Mezapotamya insanı için dağlar kutsal birer mekandı. Dağlar can güvenliğinin sağlandığı, savaşlar sırasında insanların canlarını kurtarabildiği kutsal sığınma yerleriydi. Kuzey Mezapotamya’da kutsallığı olan dağ sadece Mereto değildir elbet.

Babilliler, Sümerliler, Akadlılar, Asurlular için Cudi kutsaldı. Cudi felaket anında insanların kurtulması için son sığınaktı. Ergani’deki Makam dağı müslümanlar için ve Ermeniler için kutsaldı. Makam dağının zirvesinde Zülküfl’ün yaşadığı ifade edildi yüzyıllardan beri. Yine Ermeniler onun zirvesine Meyrem Ana Manastırını yaptılar.

Kulp’taki Andok da kutsaldı. Yüz yıllardan beri onun zirvesinde yatan evliya ya adak sunmak için, her yıl Temmuz ayının son haftasında insanlar onun zirvesine çıkmak için uğraş verdililer. Nusaybin’den doğuya doğru uzayıp giden Bağok dağları Asurilerin, Süryanilerin yeri yurdu, savaş anlarında canlarını kurtardıkları birer sığınma yerleri oldu. Süryaniler Bağok dağları üzerine tam on dört manastır ve kilise yaptılar. O manastırların en ünlüsü Dağ Keçisi Manastırı adıyla anıldı.

Mereto adının Aramice’de dünyanın sahibi anlamına gelen Maruta’dan kaynaklandığı kabul ediliyor. Sason çevresinde kutsal bir dağ olarak kabul ediliyor.

Hatta “Marattu” sözcüğü yemin yerine de geçiyor. Dağın zirvesindeki kilisenin sınırları içinden alınan toprak ise akrep sokmalarında panzehir olarak kullanıyor. Ancak bir şartla; bu toprağın panzehir olması için o kişi tarafından ilk kez alınmış olması gerekiyor.

Eskiden Sason Ermenileri Vartavar Bayramı’nda kafileler halinde Mereto Dağına gelerek üç gün süren kutlamalar yaparmış. Sason’dan ve Sason çevresindeki yüzlerce vadiler içinden yürüyerek Mereto zirvesine doğru yürümeye başlayan o insanlar bir hafta içinde varabilirlermiş bu kutsal dağın zirvesine.

Zirve çıkışından sonra, artık inişe geçme vaktidir. Hedefimiz, Mereto eteklerindeki Varta aşireti reisinin karısı Xece (Hece – Hatice) ile yayla hayatı üzerine konuşmak için, onların aşiretinin yerleştiği yere, gitmek. Bizi dağdan indiren, aynı zamanda hem şoförlüğümüzü, hem liderlik ve rehberliğimizi yapan, Sason’un Mereto köyünün muhtarı İlhami Baran’ın yeğeni Haso Dağdeviren, bizi Varta aşiretinin her yıl yaylak olarak kullandığı Mereto eteklerindeki kamp yerine götürecek. İlhami muhtara daha Mereto’ya çıkmadan önce Mereto yaylalarındaki aşiretlerden birinin ileri gelenlerinden birisi ile röportaj yapmak istediğimi söyleyince, İlhami Muhtar, bana yıllardan beri çok yakından tanıdığı, bazen süt ve süt ürünleri alışverişi yaptığı Varta aşireti reisinin karısı Xece ile görüşebileceğimi, bizi zirve inişinden sonra, yaylaklarında karşılayacaklarını söylemişti.

Mereto ve Zovoser dağı eteklerinde, bin altı yüz, bin sekiz yüz metre yüksekliklerdeki derin vadilerde ve uçurum diplerinde, kanyonlarda, kayalıklar arasındaki yaylakları, her yıl Nisan ve Mayıs aylarında Midyat, Nusaybin, Cizre, İdil, Silopi bölgelerindeki kışlaklarından gelen Kürt koçer aşiretlerinden gelenler doldurur. Mereto ve Zovoser’in eteklerindeki her bir yerleşim sahasına hangi aşiretin gelip yerleşeceği bellidir. Kürt koçer aşiretleri, Mereto ve Zovoser yaylalarına çıktıkları zaman bir yıl önce hangi kayanın kenarına, hangi uçurumun yakınına, hangi derenin kenarına yerleşmiş ise yine hep aynı yere gelip yerleşir. Kürt koçer aşiretlerinin üyeleri bir yıl önce başkasının mekan tuttuğu yere gelip yerleşmez.

Mereto ve Zovoser yaylalarında Cizre ve İdil tarafından gelen aşiretler, hiçbir zaman Midyat ve Nusaybin civarından gelen Süryani ve Arap aşiretlerinin yakınlarına yerleşmezler. Mereto ve Zovoser yaylalarındaki aşiret hukuku çok sıkı bir disipline tabidir. Mereto ve Zovoser’de bir aşiretin sürüsünün çıktığı yaylaklara, başka bir aşiretin sürüsü giremez. Mereto ve Zovoser eteklerindeki binlerce yıllık töreyi hiçbir aşiret üyesi bozmaya yönelik bir niyet taşımaz. Mereto ve Zovoser’in aşiret kanunlarını her kim ihlal ederse, o aşiretin bir daha Mereto ve Zovoser eteklerinde ikamet edebilmesi, yaz aylarını geçirebilmesi mümkün değildir. Aşiretler arasındaki anlaşmazlıklar bu yörede kan dökülmesiyle sonuçlanır. Aşiretlerin silahlı adamları mutlaka karşı aşiretten bir can almadıktan sonra rahat ve huzura kavuşamazlar.

Mereto ve Zovoser’in eteklerinin yasası acımasızdır.

Mereto zirvesinden inişe geçtikten sonra şoförümüz ve rehberimiz Haso Dağdeviren bizi yaklaşık elli civarında kıl ve naylon çadırın olduğu, yamaca dağılmış bir sürü davar ağılının olduğu, kayalık bir dağ yamacına kadar getiriyor.

Xece (Hece- Hatice) kırk beş yaşlarında, yeşil şalvarı, mor elbisesi ve kafasında beyaz- pembe örtüsü ile Şırnak’ın Silopi ilçesinden Mereto eteklerine gelen Varta aşiret liderinin eşi olduğunu söylüyor. Yaklaşık 15.000 civarındaki bir keçi ve koyun sürüsünü, Mereto’nun bu yaylasına getirdiklerini, aslen Silopi’nin Yolağzı köyü, Başgören mezrası ile Koruyan mezraları arasında yaşadıklarını söylüyor.

Xece çok güzel Türkçe biliyor. Onu hem konuşturuyorum, hem de ara da sırada onun fotograflarını çekiyorum. Türkçe’de ki Hatice’nin karşılığı, Kürtçe’de Xece’dir.

”Xece” diyorum, ”Madem Silopi civarından buraya gelmişsiniz; sizin o bölgede Cudi dağı var. Peki sürünüzü niye Cudi’nin yaylalarına çıkarmadınız da yüzlerce kilometre yolu aşarak, Mereto’ya getirdiniz?”

Ben, eşim Melek, arkadaşımız Faysal ve Mehmet Can ayaktayız. Xece ile benden başka konuşmak isteyen yok.

”Ağam” diyor Xece, ”Ağam Cudi pek yüksek değildir ağam.”

”Peki Xece, Silopi’de niye sürünüzü otlatmıyorsunuz ki?’’

Dikkatlice yüzüme bakıyor Xece. Birden Mereto’nun bu yaylaklarındaki derin vadiler, kayalıklar arasında hol denilen kuru taş duvarların örülüp, üstlerinin örtülmesi ile yapılmış evlerde yaşayan insanlar birer ikişer çıkmaya başlıyorlar sağdan soldan.

‘’Ağam‘’ diyor Xece, ‘’Ağam Silopi, Cizre, İdil çok sıcak alan bölgelerdir. Orada Mayıs bittiği an yeşil ot kalmaz ki… Sürü sararmış otu niye yesin ki Ağam? Biz sürüyü yeşilin bol olduğu yere süreriz ki, davarımızın sütü bol olsun…’’

Bu arada eşim, Xece’nin yanına yanaşıyor. Birlikte hatıra fotoğrafı çektirmek istiyor eşim. Birlikte fotoğraflarını çekiyorum.

Xece bize taze süt ikram etmek istiyor. ‘’Yok, zahmet etmeyin, gerek yok, içmiş kadar falan olduk…’’ diyoruz. Xece diretiyor. Birden beş metre öteye gidip, o kuru taş duvarlardan örme holün kapısından içeriye doğru Kürtçe bir şeyler söylüyor.

Birden Faysal’a dönüyorum. Faysal, Batman’lı arkadaşımdır. Aslen Cizre’li. Dediğine göre bir zamanlar Cizre’de kurulmuş olan Botan devletinin kurucusu Bedirhan’ın soy ağacındanmış. Ne derece doğru bilemem.‘’Faysal, bu ne diyor yahu?’’ diyorum.

‘’Kızına kalk misafirler geldi, süt ısıt diyor. Kızını azarlıyor.’’

Ben birden Xece’ye dönüyorum. ‘’Yok Xece… Yok yok.. İnan zahmet etme…’’

‘’Ağam olur mu? Bak buraya kadar zahmet edip gelmişsiniz ağam. Olmaz ağam, olmaz….’’

Yaylacıların kaldığı, o ilkel görünümlü, kuru taş duvarlı hollerden birinin içinden, on beş yaşlarında, dünyalar güzeli bir çoban kızı anında fırlıyor; o mağara gibi yerin içinden. Gözlerinin içi gülen bir kız. Belki de bu aşiretin en güzel kızı odur. Kafasında asker şapkası var. Mor bir örtüsü, yeşil bir lastik ayakkabısı var.

Melek; ‘’Ali’’ diyor, ‘’İkramını kabul etmezsek, alınacak. Temiz olmadığımız, bizi pis gördükleri için, çadırda yaşıyoruz diye, aşağılayıp, ikramlarını geri çevirdiğimizi düşünecekler!‘’ diyor.

Eşim Melek’in uyarmasıyla son anda aklım başıma geliyor. Kafamda adeta bir şimşek çakıyor.

‘’Tamam Xece’’ diyorum, ‘’Hadi bakalım senin Silopi’den buraya kadar getirdiğin o süründeki keçilerin sütünden içelim…’’

Xece’nin gözleri gülüyor. Birden telaşlanıyor. Sanırsın ki eli ayağına dolaşıyor. Xece’nin heyecanı bir başka.

O güzel kızın adı Berivan imiş. Xece, ‘’Berivan’’ diye seslenip,

Berivan’a Kürtçe bir şeyler söylüyor. Bu arada söyleyeyim, Berivan’ın Kürtçe’de ki anlamı Süt sağan kız demektir.

Berivan birden kayboluyor.

Eşim Xece’ye; ‘’Abla’’ diyor, ‘’Nasıl, geceleri yattığınız bu evler serin oluyor mu? diyor.

Bu arada çevredeki o mağarayı andıran, yaylacıların taşlardan ördüğü kuru duvarlı hollerin içinden bir sürü yaylacılar çıkmış; meraklı gözlerle yüzlerini, yönlerini bizlere dönmüş; bizleri izliyorlardı. Besbelli yaylaklarına bir ziyaretçi grubunun gelmesi onların fazlasıyla dikkatini çekmiş olmalıydı. Yakınlardaki bazı kişiler, ötelerden bağırıyorlardı;

‘’Hoş gelmişsiniz…. Hoş gelmişsiniz…’’

Hollerde yaşayanlar neredeyse ya kadın ya da genç kız ya da genç erkek ve çocuk.

Birden eşim ile Xece, sanki kırk yıllık dostlarmış gibi oldukça koyu bir muhabbete dalıyorlar. Xece, eşime yayla hayatını anlatıyor. Akşamları çok çok serin oluyormuş.

Mereto eteklerine bu yıl Nisan sonunda gelmişler. Bu yıl istedikleri tarzda fazla yağış  olmadığı için, Mereto ve Zovoser’in otları biraz zayıf kalmış. Yılın yaklaşık beş ayını Mereto ve Zovoser eteklerindeki bu vadi içindeki kayalıklar arasındaki taşlardan ördükleri bu mağara gibi yaptıkları hollerde geçiriyorlarmış. Eşim ile konuşmalarını pür dikkat dinliyorum. Şu ana değin keçilerden sağdıkları sütlerden peynir yapıp, oğlak derisine basıp, tulum peynirleri yapmışlar. Tulumları toprağa kazdıkları çukurlarda muhafaza ediyorlarmış. Oğlak derisine bastıkları o tulum peynirlerini Ağustos sonuna doğru Silopi’ye taşıyacaklarmış. Bazan Sason’dan peynir almak için tacirlerin geldiğini, bazen onlara da satış yaptıklarını söylüyor, Xece.

Xece eşim ile konuşurken birden araya giriyorum; ‘’Xece’’ diyorum, ‘’sizin bu yayla köyünde niye hiç yetişkin erkek yok?’’

Birden elinde alüminyumdan yapılmış yamuk yumuk bir kapta ısıttığı sütü getiren Berivan veriyor annesinden önce cevabı; ‘’Erkekler davarları üst yaylaklara çıkarırlar sabah olmadan. Güneş doğmadan yukarıdaki yamaçlara çıkarırlar. Öğle vakti de Mereto’nun eriyen karlarının oluşturduğu sulak derelerde sürüler istirahat eder ağam.’’ diyor.

Adı Süt Sağan anlamına gelen çoban kızı Berivan bir elinde güğüm, bir elinde cam bardakları taşıdığı tabağı düz bir kayanın üstüne koyuyor.

Aç kurtlar gibi hepimiz bardaklara doldurulacak o keçi sütünden tatmak istiyoruz. Berivan o güğümdeki keçi sütünü bardaklara ayrı ayrı boşaltıyor. Dört tane de kesme şekeri getirmiş. Sanırım başka da yok olmalıydı. O şekerleri birer tane bardaklara atıyor. Bir bardak şekersiz kalıyor. Bardakları karıştırma sorununu da çok hızlı bir manevra ile çözüyoruz. Dere yatağındaki kurumuş bir otsu bitkinin dalını kabuklarından temizleyip, bardaklarımızı karıştırıyoruz. Merak ettiğimiz o keçi sütü hepimize iyi geliyor. Şeker katılmayan bardağı eşim içiyor.

Eşim sonra cebinden bir ellilik çıkarıp, o çoban kızı Berivan’ın ellerine sıkıştırıyor.

Annesi kıza Kürtçe bir şey söylüyor. Kız almamak için direniyor. Eğiliyor, bükülüyor. Yönünü dönüyor. Yere bakıyor. En sonra eşim o parayı kızın şalvarının içine sıkıştırıyor.

Bu arada rehberimiz Haso Dağdeviren, suskunluğunu bozup, lafa giriyor.

‘’Hoca bey, Aşiretli demek, göçebe Kürt‘’ demektir. ‘’Bizim buralarda bu tür koyun keçi sürüsü güdenlere koçerler diyorlar hocam.‘’

Haso Dağdeviren konuşmasını bitirince eşim Melek ve ekibimizde bulunan Batman’lı arkadaşım Faysal Şakar, ‘’gidelim artık’’ gibilerinden işaret yapıyorlar. Bende birden ikisinin de yüzlerine bakarak; ‘’Ne gitmesi yahu… Ben buraya niye geldim? Hele biraz durun…Varta aşiretinin eşine daha ben aşiretlerinin tarihini soracağım.’’ diyorum.

‘’Xece siz bu sürüyü Silopi’den buraya nasıl getirdiniz. Zor olmadı mı? Arada epey mesafe var ’’ diyorum.

O arada Xece’nin o güzeller güzeli kızı Berivan araya giriyor. Biz konuşurken sağdan, soldan hol olarak kullanılan barakalardan birer ikişer insanlar görünüyor.

Dikkatlerini çekmiş olmalıyız ki hepsi de bakışlarını bizim üstümüze çevirmişler.

‘’Ağam‘’ diyor süt sağan kız, ‘’Ah ağam ah… Sürümüzün buralara gelmesi neredeyse bir hafta sürdü. Biz sürüyü, Cizre, Gabar dağı eteklerinden, cehennem deresi vadisi boyunca Güçlükonak’tan önce Siirt’e, sonra’da Kurtalan yolu ile işte bu Meroto yaylalarına getirmişiktir ağam. Zor olmuştur sürüyü, davarı getirmek. Serşivanlar getirmiştir sürülerimizi.’’

Süt sağan Berivan kızın Türkçesi de aynen annesi Xece gibi oldukça akıcı.

Bu arada Melek, Xece’ye dönüyor. Sonra bana dönüyor. ‘’Ali’’ diyor, ‘’ Abla bize aşiretlerinin tarihini anlatsın. Hani merak ediyordun ya… Oraya gidince ilk önce aşiretlerinin tarihini soracağım diyordun. Merak ettiğin soru buydu. Haydi sorsana…’’

‘’Xece’’ diyorum, ‘’Bana aşiretinizden, biraz Varta aşiretinden bahseder misin?’’

‘’Tabiiki… Anlatayım ağam…’’ diyor, Varta aşiret reisinin karısı. Her merak ettiğimiz soruda bize öyle sıcak davranıyorlar ki. Bu samimiyet ve sıcaklık karşısında etkilenmemek mümkün değil. Söze birden süt sağan o güzel kız giriyor; ‘’Hoca ağam, istersen ben anlatayım. Aşiretimiz ile ilgili o kısımları Aney pek bilmez.’’

‘’Olur Berivan, olur… Sen anlat’’ diyorum.

Başlıyor Berivan anlatmaya: ‘’Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan göçebe Kürtlerin belirli rotaları vardır ağam. Varta aşireti, Şırnak rotasında yer alır. Şırnak rotası, Hakkâri’nin yüksek yaylalarından, Siirt, Batman, Sason ve Mardin’e kadar olan

coğrafik alanı kapsar. Bu illerin yaylalarında bizler, yani Varta aşiretinin koçer Kürtleri seyahat ederler. Varta aşiret Kürtleri, Şırnak ve Silopi’de yerleşen göçebe Kürt koçerleri içinde de en sık nüfusa sahip aşirettir.’’

Süt sağan o güzel Berivan, o kadar akıcı bir Türkçe ile konuşuyor ki, sanırsın bu kız Kürt kızı değil de öz be öz Türk kızı. Ben, eşim Melek, Faysal, Mehmet, rehberimiz Haso Dağdeviren pür dikkat bu Kürt koçer kızının anlattıklarını hayranlıkla dinliyoruz.

‘’Varta aşiretinin liderinin adı Koçer Hüso’dur ağam. Benim babama Koçer Hüso derler. Aşiret lideri olan babam aynı zamanda on beş bin keçi ve koyundan oluşan bu büyük sürünün de serşivanlığını yapıyor. Şerşivan diye Başçobanlara derler.Varta’lı Kürt koçerlerinin aşiret liderliği yaklaşık iki yüz yıldır babadan oğula geçiyor diyor aşiret liderinin süt sağan o güzel kızı.

Varta aşireti liderinin güzel kızı Berivan, aşiretleri ile ilgili bana şunları söylüyor:

”Bizim aşiretimizin bilinen tarihi yaklaşık 300 yıl geriye gitmektedir ağam” diyor, ”Aşiretimiz Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesi civarından Güneydoğu’ya kök salmıştır. Aşiretimiz bilinmeyen sebeplerle Viranşehir’den göç edip, doğuya doğru göç etmişlerdir. Varta’lı koçer Kürtleri Silvan civarına gelmişler ” diyor güzeller güzeli Berivan.

”Burada Amed paşası aşiret liderimizin kızını istemiştir. Ancak aşiret liderinin kızı o an, aşiret içindeki akrabalardan birinin oğluyla nişanlıdır. Zaten Varta aşireti kızlarını kendi aşiretleri

içinden biriyle evlendirirler. Bizim töremiz böyle emreder ağam. Varta aşiretinin bir kızı başka bir aşirete gelin gitmez ağam. Varta aşiret ihtiyarların divanında, Amed paşasının istemi reddedilir. Bunun üzerine aşiretimiz Siirt, Pervari, Herekol dağı etekleri, Şikere yaylaları, Çemikari yaylalarına doğru göç etmek zorunda kalmıştır.

Varta aşireti liderinin kızı o kadar güzeldir ki bu defa da Pervari’de bulunan kolluk paşası Varta aşiretini ziyaret edince, kızı görüp, kıza aşık olmuş ağam. Kolluk paşası kızı istemiş. Kız kendisine verilmez ise, Varta koçer aşiretinin bölgeyi terk etmek zorunda kalacağını söylemiştir ağam. Bunun üzerine; Varta aşireti göçebe bir yaşam tarzı yaşamak zorunda kalır. Varta aşireti koçerleri, yazları bazen Sason yaylalarına, bazen Şirvan dağlarına, bazen Güçlükonak ile Cizre arasındaki Gabar dağlarına, kışın da güneydeki Dicle vadilerine göç ederek, yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmış. Senin anlayacağın ağam, bizim aşiretimiz asırlardan beri hep oradan buraya, buradan oraya göçüp durmuş. Nice eziyetler, zulümler yaşamıştır aşiretimiz. Son yıllarda, hatta ben kendimi bildim bileli bizim aşiret, hep yaz aylarında Mereto ve Zovoser’deki yaylakları yurt tutar. İşte böyle ağam.’’

Süt sağan güzeller güzeli aşiret kızı Berivan’ın anlattıkları karşısında adeta donup kalıyoruz.

Mereto ve Zovoser yaylalarındaki aşiret hukuku çok sıkı bir disipline tabidir. Mereto ve Zovoser’de bir aşiretin sürüsünün çıktığı yaylaklara, başka bir aşiretin sürüsü giremez. Mereto ve Zovoser eteklerindeki binlerce yıllık töreyi hiçbir aşiret üyesi bozmaya yönelik bir niyet taşımaz. Mereto ve Zovoser’in aşiret kanunlarını her kim

ihlal ederse, o aşiretin bir daha Mereto ve Zovoser eteklerinde ikamet edebilmesi, yaz aylarını geçirebilmesi mümkün değildir. Aşiretler arasındaki anlaşmazlıklar bu yörede kan dökülmesiyle sonuçlanır. Aşiret hukukunun acıması yoktur.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

  1. Tansel Saylı dedi ki:

    ”Efsanesi olan, mitolojisi olan bir dağdır Mereto.” Hiç bilmediğimiz bu bölgemizi belgesel niteliğinde yazıya dökmenizden dolayı teşekkürler…. Bir solukta okudum ve o bölgeyi yaşadım… Yaşam koşulları ne kadar zor olursa olsun insanımız uyum sağlammış…Teşekkürler…