Anadolu16.com

Siyaset, İnsan ve Deli Mehmet…

25.01.2021
A+
A-

Selam tüm okuyuculara, asıl erdemin içindeki vicdan olduğunu bilen tüm erdemli yüreklere…

***

Aslına bakarsanız bugün yazacağım konuyla alakalı bir haftadan beri o kadar yazılıp çizildi ki, o kadar çok yorum, o kadar çok eleştiri yapıldı ki ve belki de bu yüzden yazmayı hiç düşünmüyordum. Hatta bugün yine doğada yürüdüğümüz parkurlarla alakalı bir yazı kaleme almaktı amacım. Ama gündem maalesef takılı kaldı aynı yerde ve bize de iki kelam etme gereği düştü…

Bursa yerel medyasında özellikle son bir haftadır CHP içinde yaşanan olaylar gündemde… İktidar yanlısı, olmayanı, tarafsız görünmeye çalışanı, belki bir parça tarafsız olmaya çabalayanı… Habire kendi siyasi görüşlerine göre yorumlandı. İl başkanı şöyle demiş, ilçe başkanı şunu demiş, ha unutmadan bir üye de şunu söylemiş sosyal medyada… Demiş de demişler yani… Asıl olayın kaynağı olan haber neredeyse unutuldu, olay magazinsel bir boyut kazanmaya başladı maalesef… Yazılanların içinde tek katıldığım bir gazetede, bir gazeteci abimizin yazdığı o cümleydi; “hırsız evden olursa, kapı kilit tutmaz” ama ben bu söze onun yorumuyla değil kendimce farklı bir görüşle katılıyorum. O da şu; eğer siz meselelerinize sağlam çözüm bulmaktan acizseniz, partiden öte herkes ”ben” kaygısına düşerse açığınızı arayan bırakın sevmeyenleri dost görünenlere de fırsatı altın tepside sunmuş olmaz mısınız? Bu konuyla alakalı yönetim kadrosundaki insanlarla ben de birebir görüştüm. Ancak bunları burada yayınlamanın gerekli olmadığı kanaatindeyim. Zaten bu konuşmalar günlerdir fazlasıyla yayınlandı. Ama kimsenin yayınlamadığı birileri vardı. Onlar da yıllardır koltuk veya makam için değil, bu partiye cumhuriyet adına hiçbir menfaat gözetmeden gönül vermiş insanlardı. Onlar çok üzgündü, hatta birinin samimi olarak gözleri doldu. ”Neden” dedi, “neden olaylar bu hale geldi? Halbuki çok kolaydı çözümü. Olayla alakalı yapılması gerekenler yapılmalı ve biz yolumuza bakmalıydık.” söyledikleri doğruydu. Ama maalesef bu sadece CHP için değil birçok siyasi parti de böyle değil miydi? Önce safiyane duygularla oturulan bu koltuklar sonra neden bu kadar kalkılması zor ikametlere dönüşüyor. Koltuk, makam zaafı bu kadar mı insanları kendini tanıyamayacak hale getiriyor ve bakınca şöyle siyasi tarihe 30-40 yıl koltuğundan kalkamayan insanları daha iyi anlıyoruz, onlara göre sandalye sayılan koltuklarını kaybetmemek için uğraşanları görünce! Bunlar bir tarafa en çok mağdur olansa maalesef yine halk yani bizler… Sürekli zamlarla boğuşan, açlık sınırında değilse yoksulluk sınırında olmayı şans saymaya çalışan, kepengini kapatmamak için çırpınan, asgari ücretle hesap yapmaktan hesap uzmanına dönüşen ama ne yapsa da ay sonunu getiremeyen, pazara gidemeyen, ekmeğin üç kuruş az olanından almak için yollar kateden, aldığı diplomaya hüzünle bakan, evlenmek için üç beş lirayı denkleştiremeyen, çocuk hayalini ise yüz yıl sonraya erteleyen bizler yani sıradan insanlar…

Partilerin çözüm bulacaklarına; iç çekişmeleri, hırsları vs. kimsenin umurunda değil…

Beni refaha kavuşturacak mısın?

İnsani yaşam koşullarıyla yaşayabilmem için icraat programların tatmin edici reel çözümler sunacak mı?

Çocuklarımız için güzel bir zemin yaratabilecek misin?

Ve her şeyden önce sana inanmalı mıyım?

Çünkü insanlar artık inanmak istiyor ama yanılmadan samimiyetle inanmak istiyor…

Geçenlerde dağ yürüyüşlerinden arkadaşım Kutluayla sohbet ederken bana, ”Çağla Hanım, elimde bir arkadaşımın yazdığı bir yazı var ama anlaması somut görülen fakat birkaç kez okuyunca içinde gizli manalar keşfettiğim bir hikaye… Okur musunuz? Sizin yazar kimliğinizle neler bulacağınızı merak ediyorum” dedi. O böyle derken ben aslında ondan daha çok merak etmiştim. Yazının öncesinde yorum yapmadan yayınlamak istiyorum ve sizin neler bulacağınızı da merak ediyorum. Ama ricam lütfen dikkatle okuyun…

***

DELİ MEHMET

“Yine bir okul çıkışı. Saatlerden akşam üstü. Karanlığa kalma endişesi yine sardı. Kara yolunda geçen bütün araçlarda şansımı deniyorum. Otostop yapmak, okula gidip gelmenin bir parçasıdır artık. Hemen arkamda bir benzin istasyonu. Arada bir oraya giren araçlarda şansımı deniyorum. Belki bir yoldaşa hayır demezler. İşte yine Mehmet göründü. Cılız bedeni, dik başı, paspal adımlarıyla. O kadar özgürdür ki nereden gelip nereye gider akıllı bir bakışla bilinmez. Ona deli Mehmet derler bütün akıllılar(!) Yine etrafını sardılar. İstedikleri şey biraz eğlenmek. Dünyanın bayağılıklarının verdiği sorumluluklarla akşamı getirmiş, bu ağır yükün verdiği yorgunluğun üstüne özgür bir insanla alay etmek iyi gelecektir onlara. Mehmet’in söyleyeceği her söz, yapacağı her hareket komik gelecektir. Çünkü o dünyanın hiçbir bayağılığını omuzlamamıştır. Yırtık giysilerinden görünen teni, uzun sorulara verdiği kısa cevapları, küçücük bir hareketi çevresindekileri kahkahalara boğuyordu. Onun uzun kulakları yoktu. O kendisini midas kralı da zannetmiyordu. Onun püsküllü bir kuyruğu da yoktu. Yırtık giysilerinde görünen ten herkeste vardı. Onun; başkalarının varlığına tahammül etmeyecek şövenist bir milliyeti, başkalarını inançlarından dolayı hor görmek için bir dini inancı, başkalarını sömürmeyi mübah gören bir siyasi görüşü, uğrunda kendini inkar edeceği bir ideali yoktu. Buna rağmen bütün bu alaycı tavırlara karşı nasıl bir cevap, nasıl bir tepki verecekti? Yoksa dönüp onlara: “Siz benimle alay mı ediyorsunuz?” diyecekti. Bu alaycı tavırlar onun iç dünyasındaki hiçbir şeye karşılık gelmiyordu. Mehmet bu akıllı insanların dilinden hiçbir şey anlamıyordu. Oysa ki bu akıllı insanlar toplumun ileri gelenleriydi. Kimisi esnaf, kimisi tüccar, kimisi tahsildar, kimisi seçilmiş, kimisi ünlü… Her biri, herkesin olmak için can attığı kişilerdi. Öyle ya bu yüzden bu akıllıların bir deli ile alay etmek için bir şeyleri vardı. Hepsi de hedeflerine az çok ulaşmış kişilerdi ama hepsinin de bir ilgi odağı vardı: Deli Mehmet.

***

Deli Mehmet’in mal mülk hevesi yoktu. Zengin olanın, deli Mehmet’in mal mülkle alakalı umursamaz tavrı karşısında sahibi olduğu mal mülkü kaybetme endişesi vardı. Kahkahalarının derinliklerinde kendini inkar etmiş olmanın imdat çığlıkları vardı.

Kıyafeti düzgün olan, deli Mehmet’in yırtık elbisesiyle alay ediyordu. Çünkü Mehmet’in yırtığında görünen teni onun ayıbını suratına vuruyordu. Mehmet tenini kapatma ihtiyacı duymuyordu. Onun gizleyecek bir ayıbı yoktu. Zira ten bir ayıp ise bedenin bir ayıp olması gerekir. Beden bir ayıp ise insanın hep saklanması gerekir. O ses o bedende çıkıyorsa insanın hep sessiz kalması gerekirdi. İnsan kendisini bir ayıbın ürünü görmemeli. İşte bu kahkahada lanetlenmiş insanın imdat çığlıkları var.

Peki deli Mehmet neden ünlü olanın ilgi odağı olmuştu? Ondan deli Mehmet’e: “Herkes bana hayran ben de sana hayran” demesini bekleyemeyiz. Yoksa deli Mehmet bu adamın ününü elinden mi alacaktı? Üstelik hiçbir çaba sarf etmeden. Ünlü olmak gibi bir hevesi olmadığı halde.. İşte bu kahkahanın derinliklerinde ezik, ufalanmış, kaybolmaktan korkan insanın imdat çığlıkları var.

Peki deli Mehmet oy kullanır mıydı? Ya da seçilmek için aday olur muydu? Seçilmiş bir insanın deli Mehmet ile ne işi olabilirdi ki? Oy mu isteyecekti? Yoksa kendisine rakip mi görüyordu? İşte bu kahkahaların derinliklerinde iradesini kaybetmiş insanın imdat çığlıkları var.

Deli Mehmet yalnız dolaşır. Belki de özgür olduğu için. Onun yalnızlığı seçilmişlerin bir araya gelmeleri için yeterli bir sebeptir. Ve  bu ulu yalnızlık onların esaretini linç eder. İşte bu kahkahaların derinliklerinde esir insanın imdat çığlıkları vardır.

O gün insanlar ikiye ayrılmıştı; deli Mehmet ile alay edenler ve bir de etmeyenler. Bunlardan ikincisi olan insanlar sayıca çok kalabalıklardı. Eskiden bu yana hep bir yarış içindelerdi. Önlerine hep bir yarış çizgisi çizildi. Hiçbir zaman varış noktasına varamadılar. Tam varacaklardı ki yeni bir yarışın startı verildi. Bütün yarışları deneyimleyenler bile sil baştan eski yarışlara tekrar koyuldular. Öyle bir yarışmaya koyuldular ki hep birbirlerinin gölgelerinden korktular. Kendi ayak uçlarıyla rakiplerinin topuklarından başka hiçbir şey göremediler. Ah bir başlarını kaldırabilseler! Ah birbirlerini bir görebilseler! Hepsi de bütün yarışların galipleri olacaklar. Hiç kimse mağlup olmayacak. Ah ezeli mağluplar ah!  Keşke sizleri mağlup kılan idealleriniz, siyasetiniz, tabularınız olmasaydı. ZİRA İNSANOĞLU HENÜZ BİR DELİ DEĞİLDİR.

***

Bunlardan birincisi olan seçilmişler bu yarışlardan galip gelenlerdir. İleri gelenler olmaları bundandır. Pek az kişi bu yükümlülüğü taşıyabilir ama taşıdıkları tek yük bu değildir. O da daha ağır olan taşıdıkları galibiyeti kaybetme endişesidir. ZİRA İNSANOĞLU BİR YÜK HAYVANIDIR.

***

Ve deli Mehmet gibileri. Dünyada pek nadir görünürler. Çok düşük bir olasılıkla kendini keşfeden kişilerdir. Sınıflı toplumlarda ayrı bir yeri vardır. O kendinden yana olan bir insandır. Onun sınırları yoktur. Sonsuz bir evreni vardır. Onun bir savaşı yoktur. Özgürlük için bile. İdealler, inançlar, siyasi görüşler… Onun için yükten başka bir şey değildir. ZİRA BİR DELİ, BİR YÜK HAYVANI DEĞİLDİR.

***

Delilik insanlığın bütün aptalca yarışların sonunda nihai bir hedefin olamayacağını idrak etmesi sonucu düştüğü derin kuşku alanında huzura kavuştuğu en son noktadır. Bu noktada belirginleşen delilik insanı insan kılmaktan çok, tanrı-insan kılmakla rahat edebilen bir deliliktir. Bu yüzdendir ki DELİ: BİR ŞİFA KAYNAĞIDIR.

Ben deli Mehmet: Karartılmış bütün soluk yüzlüleri güldürmek için her an bir oyuna hazırım. Kendisini akıllı zanneden herkesi etrafıma toplarım. Hırslarının peşinde yorgun düşmüş bütün yük hayvanlarına uzun bir soluk aldırırım. Bütün deliler etrafımda toplandıklarında akıllı geçinirler. Çılgınlıklarının sırılsıklam delisi oldukları için bana deli gözüyle bakarlar. Aklın peşinde koştuklarını zannederler. Eninde sonunda farkına varmadan akıllı delilere dönüşürler. Delilikleri en tehlikeli deliliklerdir. Çünkü yaptıkları her çılgınlığa aklın bir yaftasını yapıştırırlar. Deliliği inkar etmelerinin kolaylığı bundandır.

***

Ben deli Mehmet: Etrafımdaki delileri görünce yüzlerce yıl önceki deliliklerimi hatırlarım. O yıllarda ben de bu delilerden farklı değildim. Kapkara bir devrin sonunda aklın temsilcisi olarak dolaşıyordum. Akıl yolunda uzun bir koşuyu başlatmıştım. Geçmişin karanlığına bir daha dönmemeye yemin ediyordum. Akıl ile birlikte büyük adımlarla koşuyordum. Yarı yolda aklın nefesi kesildi. Ben koştukça o geride kaldı. O geride kaldıkça onun desteğinden mahrum kaldım. Bu mahrumiyet kendi kendimi yememe sebep oldu. Koşuma ara vermemek için bu çılgınlığıma bir akıl kılıfı uydurdum. Bağnazlığın doruklarına ulaştım. Üstelik aklın o güne kadar yarattığı en görkemli eser olduğunu söylediğim bir YENİDEN DOĞUŞ’un akabinde. Ve şimdi deli olduğumu inkar edemiyorum. Geçmişe bakıp o zamanlar deliymişim demek kolaydır. Yüzlerce yıl yaşayabilen insan için şimdiki zamanda akıl işi olanla olmayanı ayırt etmek de kolaydır. AMA KAÇ KİŞİ YÜZLERCE YIL YAŞAYABİLİR Kİ?

Peki ya o? Deli Mehmet’in öyküsünü yazan adam? Kundakçı: O da deli miydi? İnsanların kafasının kesildiği, iç organlarının çiğnendiği bu dünyada deli olmamak elde midir? Belki de deliydi. Ama deliliğin kol gezdiği bu dünyada yaşadığının farkındaydı. Bütün bilgisini ve gözlemlerini iç dünyasında kendisine sonsuz bir evren kurmak için kullandı. Dünyaya hep o sonsuz evrenin derinliklerinde baktı. Onun hikayesi insanlığın hikayesi olacaktır. İnsanlığın tarihi onun yaşıdır. İnsanlık tarihinde öğrendiği, şahit olduğu her şey onu daha da yaşlandırır. Sınırlarının enginliği yaşının büyüklüğündedir. O yaşlı adamı nerede görseniz kendi kendine konuşuyordur.  Konuşacak başka kimsesi olmadığındandır.  Konuştuğu şeyler bu dünyaya ait değil. Ağzında bilinmeyen bir dünyanın sözcükleri dökülür. Yalnızlığı ve deliliği bu yüzdendir.

***

Ve iki deli vardır: Biri yaşlı diğeri genç. Yaşlı olanı insanlık tarihinin bütün çılgınlıklarının şahididir. Genç olanı ise kendi zamanının çılgınlığına bir akıl kılıfı uydurandır. Dünya genç delilerle doludur. Hepsi de acı çekiyor.  Acı çektiğini taşıdığı yükten kurtulduğunda farkedecektir. Ve dünyanın kurtuluşu yaşlı delilerin öykülerinde saklıdır. Bu öykü insanoğluna birer kundakçı olma şansı sunacaktır. İNSANOĞLU HENÜZ BİR KUNDAKÇI DEĞİLDİR…”

***

Sizinle paylaştığım bu hikayede ne çok biz, ne çok onlar var ve hatta ne çok içimizde kilit vurup unuttuğumuz “ben”lerimiz gizli… Vicdan, merhamet, erdemli olmak belki de deli Mehmet olmaktır. Tüm vicdanı, merhameti, kısaca insanlığın asıl fıtratını unutmuş akıllılara inat mesele deli olabilmektedir…

YORUMLAR

  1. Nihat Ülgen dedi ki:

    Merhabalar. Bu yazıyı yıllar önce, ortaokul yıllarımda hala yaşamakta olan Mehmet, Deli Mehmet için yazmıştım. Kendisiyle alay edilmesine icerlenmiştim. Ama bu içerlenme zamanla gözlem yapma noktasına jadar geldi ve oturup yazmaya karar verdim. Burada yayınlanması için izin istendiği günü hatırlıyorum. Sevgili arkadaşım Kutluay yayınlanması için izin isterken seve seve evet dedim. Teşekkürler…