Anadolu16.com

Meral Akşener’den Erdoğan’a sert sözler

Meral Akşener’den Erdoğan’a sert sözler
02.03.2022
A+
A-

Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.

İYİ Parti lideri Akşener, partisinin grup toplantısında Erdoğan’a sert sözlerle yüklendi. Akşener, “Birinci ayyaş dedikleri Birinci Dünya Savaşı’nın küllerinden bir devlet bir ülke kurdu! Utanmadan anasına genel evde çalışıyor dediniz, ayıp, ayıp, ayıp!” dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sert sözlerle yüklendi.

İYİ Parti lideri Akşener, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu.

Akşener’in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:

Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;

Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Bugün Türkiye;

Türk tarihinin, en başarısız yönetim modeliyle,

ve tarihimizin, en basiretsiz ekonomi ekibi tarafından yönetiliyor.

Milletimiz her ay, farklı bir fedakârlık yapmak zorunda.

Kaloriferi kapatıp, battaniye ile oturmak zorunda.

Ampulleri söndürüp, karanlıkta kalmak zorunda.

Meyve sebzeden aldığı vitaminden, kısmak zorunda.

Etten aldığı proteini, kesmek zorunda.

Türk Milleti, zor zamanlarda kemer sıkmayı iyi bilir.

Ama bugün yaşadıklarımız, bir kemer sıkma politikası değil,

adeta milletimizin ümüğünü sıkma politikasıdır.

“Saraydaki bol maaşlı bir grup sefasını sürsün, milletimiz de cefa içinde sürünsün.” politikasıdır.

Bunun sebebi de;

artık başarısızlığı gün gibi ortada duran, bu ucube sistemin ta kendisidir.

İşte bu nedenle;

6 siyasi parti olarak, geçtiğimiz Pazartesi günü, çok önemli bir adım attık.

Ülkemizi, sosyal hayattan ekonomiye, adaletten diplomasiye,

doğadan demokrasiye, her alanda yıpratan;

Milletimizi, işsizlik, umutsuzluk, ve hayat pahalılığı üçgenine hapseden;

Devletimizi de, itibarsızlığa, liyakatsizliğe, ve beceriksizliğe mahkûm eden;

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesinden kurtulmak için,

çok önemli bir adım attık.

Mutlu, huzurlu ve güçlü bir Türkiye için,

milletimizin yüzünün, umutla güldüğü, Yarının Türkiyesi için,

çok önemli bir adım attık.

Saygının kalmadığı, empatinin olmadığı, ve makulün kaybolduğu bir ortamda;

Ortak aklı ve istişare kültürünü çalıştırarak,

milletimizin ve memleketimizin ihtiyaçlarını düşünerek,

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmamızı tamamladık, ve milletimizle paylaştık.

Türkiye’nin, içine düşürüldüğü sıkıntılardan, bir çıkış yolu olarak hazırladığımız çalışmamızda,

emeği geçen herkese teşekkür ediyor;

Türkiye’nin, hak ettiği geleceğe kavuşması için çıktığımız bu yolun,

milletimiz ve memleketimiz için, hayırlara vesile olmasını, Cenabıhak’tan niyaz ediyorum.

Aziz milletim, değerli genç kardeşlerim;

Yaşadığınız hayata, size sunulan koşullara baktığınızda;

Aklınıza ilk ne geliyor?

“Ne çektik be?” mi diyorsunuz?

Yoksaaa…

“Ne çektiniz be Cumhurbaşkanım?” mı diyorsunuz?

Cevap gün gibi ortada.

Ama belli ki;

memleketin gerçekleriyle bağını koparalı, uzun zaman olmuş Sayın Erdoğan’ın da,

o cevabı duymaya ihtiyacı var.

Neden mi?

Çünkü farketmişsinizdir;

“Telefonunu çıkar bakalımcı” dayıların büyük üstadı,

bir süredir sizlere, durup durup, dizlerdeki bilge adamlar edasıyla;

“Teksir kağıdı nedir bilir misiniz?” diye soruyor.

Kendisi, teksir kağıdından dolayı, çok mağdur olmuş, çok acılar çekmiş.

Vah vah…

Ama nedense, yaşadığı o teksir kağıdı dramına rağmen;

Cumhuriyetimizin, Kasımpaşa’dan çıkan, teksirzede Sayın Erdoğan’a,

bu ülkede, cumhurbaşkanı olma fırsatını sunmuş olduğu gerçeğini,

nedense söylemiyor.

Hatta bir de çıkıp, kuşe kağıdını getirmekle övünüyor.

Evet, yanlış duymadınız.

Her hafta, yeni bir icadını tanıtan, Sayın Erdoğan’ın,

bu hafta da, kuşe kağıdını icat ettiğini öğrendik.

Hayırlı, uğurlu olsun.

Peki, madem öyle;

Gelecek haftaki müthiş icadını, heyecanla beklerken,

biz de kendisine bazı sorular soralım:

Sayın Erdoğan;

Bizler, teksir kağıdından, sarı defterlerle okuduk, bu mevkilere kadar geldik.

Her birimiz, teksir kağıdı nedir, elbette biliriz.

Peki sen;

kuşe kağıtla okumana rağmen;

okuduğun okulun, hiçbir faydasını görememek nedir, bilir misin?

Sınavlardan, yüksek puanlar almana rağmen;

mülakatta, hakkının yenmesinin acısı nedir, bilir misin?

Bin bir emekle okulunu bitirip, atanamamak nedir, bilir misin?

Bırak cumhurbaşkanı olmayı,

devlet memuru olmayı bile, hayal edememek nedir, bilir misin?

Üniversiteden mezun olup,

Annenden babandan harçlık almaya,

Zincir markette kasiyerliğe, motokuryeliğe mahkum olmak nedir, bilir misin?

Hayallerinin, hayatını şekillendirmesi gereken yaşta,

En üretken olduğun, o güzel çağda,

AVM köşelerinde yitip, umutsuzluğa hapsolmak nedir, bilir misin?

Bilmiyorsun Sayın Erdoğan.

Bilemezsin.

Çünkü sen de, aynı benim gibi;

Cumhuriyetimizin sunduğu fırsat eşitliğinden, sağladığı imkanlardan faydalandın.

Ve bugün;

Senin yönettiğin Türkiye’de;

Gençlerimiz, cumhuriyetin sunduğu o imkân ve fırsatlarından yoksun kaldı.

Bu gerçeği, ne kağıtla, ne binayla, ne de hamasetle kapatamazsın.

Ben, büyüdüğüm Türkiye’nin imkanlarını,

bugün gençlerimize sağlayamadığımız için, kendimi suçlu hissediyorum.

Artık sen de, takkeni önüne koy, bu gerçeklerle yüzleş.

Devri iktidarında, gençleri yarı yolda bırakmanın sorumluluğuyla artık yüzleş.

Her fırsatta çıkıp da gençlere;

nasihat vermekten, nutuk atmaktan da, artık vazgeç.

Ya;

Cumhuriyet değerlerimizi, bir an önce hazmedip,

bu ülkenin gençlerine, hak ettikleri imkânları sun;

Ya da getir sandığı,

biz gelelim ve gençlerimizi, hak ettikleri Türkiye’ye kavuşturalım.

Bu kadar basit.

Aziz milletim;

Biliyorsunuz, Bay Kriz ve arkadaşları için, her şey sayılardan ibarettir.

Ancak kendileri, verdikleri sayıların niteliğiyle, karşılığıyla ve sonuçlarıyla,

asla ilgilenmezler.

Mesela çıkıp;

“Bizden önce, 526 bin olan öğretmen sayısını, 993 bin 670’e çıkardık.” derler.

Ama, o 993 bin öğretmenimizin içerisinde;

atanamadığı için, intihar eden kardeşlerimizle, asla ilgilenmezler.

Mesela çıkıp;

“Bizden önce 76 üniversite vardı, biz bu sayıyı 207’ye çıkardık.” derler.

Ama o üniversitelerden mezun olduktan sonra;

işsizlik sarmalında çile çeken gençlerimizle, asla ilgilenmezler.

Mesela çıkıp;

Asgari ücrete yaptıkları zammın, yüzdesiyle övünürler.

Ama yaptıkları zammın, 1 ay içerisinde nasıl eridiğiyle,

enflasyon canavarının, milletimizin varını yoğunu, nasıl götürdüğüyle, asla ilgilenmezler.

Mesela çıkıp;

Kaç kilometre yol yaptıklarını, kaç tane köprü ve tünel yaptıklarını söylerler.

Ama o yollar, köprüler ve tünellerin inşaatında,

müteahhitlerinin yaptığı vurgunlarla, asla ilgilenmezler.

Hele milletimizin cebinden, ne kadar çalındığıyla, hiç ilgilenmezler.

Değerli dava arkadaşlarım;

Madem bu arkadaşlar, sayıları bu kadar çok seviyor,

o zaman gelin, biz de bazı sayılardan bahsedelim…

Mesela, enflasyondan konuşalım.

TÜİK’in açıkladığı hâliyle bile,

yıllık gıda enflasyonumuz, yüzde 55 olmuş.

Bırakın OECD’yi, Arjantin’e bile, 5 puan fark atmışız.

“Zampiyonlar Ligi’ne” çevirdikleri memleketimizde, sadece bir yılda;

Patlıcanın fiyatı yüzde 166,

Patatesin fiyatı yüzde 123,

Salatalığın fiyatı yüzde 111 artmış.

Çok değil, bundan daha bir yıl önce;

Markete gittiğimizde, 100 lira ödediğimiz ürünlere,

bugün 156 lira ödüyoruz.

Ak Parti’nin parlak bir milletvekili,

“Avrupa’da enflasyon yüzde 7 olmuş, yani 7 kat artmış.” diyerek,

Kendince, acınası bir biçimde, iktidarın yönetimdeki beceriksizliğini, gizlemeye çalışsa da;

Tarıma, her zaman, bir millî güvenlik sorunu olarak yaklaşan Fransa’da;

yıllık tüketici enflasyonu, yüzde 2,85.

Gıda enflasyonu ise, yüzde 1,69.

Bakın aylık değil, yıllık enflasyondan bahsediyorum…

Bu kürsüden, neden sürekli tarımdan bahsettiğimizi,

neden bu kadar sık tarımdaki çözümlerimizi anlattığımızı,

şimdi anladınız mı?

Bugün;

çiftçi dostu olarak kurulup,

iktidarın yandaş müteahhitlerinin dostu hâline getirilen, Ziraat Bankası’nda;

Tarıma verilen krediler, toplam kredilerinin yüzde 14’ünü oluşturuyor.

Yani Ziraat Bankası’nın verdiği, her 100 liralık kredinin, sadece 14 lirası, tarıma gidiyor.

İşte bu yüzden, hep söylediğimiz gibi;

İYİ Parti iktidarında, Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin dostu yapacak,

kamu bankalarının sırtına, adeta sülük gibi yapışan, yandaş şirketleri de söküp atacağız.

Değerli milletvekili arkadaşlarım;

İktidarı sayılarla yüzleştirmeye devam edelim.

Mesela, doğal gaz ve elektrik fiyatları…

Bir sene içerisinde;

Elektrik üretiminde kullanılan doğal gaza, yüzde 341,

sanayide, yüzde 435,

konutlarda ise, yüzde 47 zam yapıldı.

Ben böyle deyince,

“Avrupa’da da zam var.” demeye başlayacak olan arkadaşlar var.

Hiç kendilerini yormasınlar, onu da söyleyeceğim.

Avrupa’da, pandemi sonrası genişleme,

ve uluslararası alandaki istikrarsızlıklardan kaynaklanan, enerji enflasyonu,

Eurostat’a göre, sadece yüzde 25.

Yani, yüzde 435’e varan zamlar ile,

enerji enflasyonunda da, Avrupa’da açık ara birinci sıradayız.

Peki bu durum, neden kaynaklanıyor?

Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının,

nobel ödüllü ekonomist, Robert Lucas’ın, “En iyi politika, politikasızlıktır.” sözünü,

“biz en iyisi hiçbir şey yapmayalım.” olarak yorumlayıp,

bunu da, bir yönetim biçimi haline getirmelerinden kaynaklanıyor.

Yani Ak Parti iktidarının, politikasızlığından kaynaklanıyor.

Türk Lirası’ndaki, dünyada eşi benzeri görülmemiş, değer kaybından,

Putin’e ve İran’a bağlı, doğal gaz ithalatından,

Azerbaycanlı kardeşlerimizin, Türkmen kardeşlerimizin,

Özbek kardeşlerimizin, Kazak kardeşlerimizin, doğal gaz kaynakları dururken,

Rusya’nın kaynaklarına, bel bağlamaktan kaynaklanıyor.

Akdeniz’de, herkes gaz arıyor, bir tek biz arayamıyoruz.

Çünkü dış politikadaki politikasızlık, enerjide de bizi vuruyor.

Üstelik doğal gaz sadece pahalı değil, aynı zamanda miktarı da yetersiz.

Doğal gaz kesintileri, hâlâ yüzde 20 oranında, devam ediyor.

Yani;

her ne kadar Sayın Erdoğan,

her üç ayda bir yaptığı, doğal gaz keşifleriyle,

gaz sondajı alanında, dünyada adeta bir otorite haline gelmiş olsa da;

kendisinin vatandaşımıza verdiği doğal gazdan, daha pahalı bir gaz daha var.

O da, olmayan doğal gaz.

Bunun maliyeti ise hiçbir şeye benzemez.

Elektrikler kesilir, sanayici üretemez olur.

Karadeniz’de gaz bulan Sayın Erdoğan, nedense santrallere gaz bulamıyor.

Bu da yetmezmiş gibi;

BOTAŞ da, özel tedarikçilerin doğal gaz ithal etmesine, engel oluyor.

Neden?

Çünkü yandaşa ihale etmeyi bekliyor.

Tüm bunların yanında, il ziyaretlerimizde karşılaştığımız bir durum daha var.

Mutfak tüpünün ve kömürün, çok pahalı ve kullanışsız olması nedeniyle;

Vatandaşlarımız bize ısrarla, doğal gaz hizmetinden yararlanmak istediklerini söylüyorlar.

Ancak, doğal gaz dağıtım şirketleri, kârlı görmedikleri için,

memleketimizin bir kısmına, bu hizmeti götürmüyor.

Yani;

Doğal gaz şirketleri, yatırımları, milletimizin ihtiyacına göre değil, keyiflerine göre yapıyor.

EPDK onlara tarifeyi, şişirip şişirip veriyor, ama onlar vatandaşa gaz vermiyor.

İşte size Ak Parti’nin, millet dostu özelleştirme ve enerji politikaları.

Yazıklar olsun.

Değerli dava arkadaşlarım;

Buradan bir söz vermek istiyorum.

Biz iktidara geldiğimizde, ki o gün hiç de uzak değil,

Mutlaka kendi doğalgaz habımızı kuracak, ve gaz transit geçitlerinin merkezi olacağız.

Bu sayede;

Hem, Türk Cumhuriyetleri’nin gazı değerini bulacak, ve biz daha ucuza gaz kullanacağız;

Hem de;

Doğal gaz tarifelerini, enerji maliyetini doğru yansıtacak şekilde tasarlayarak,

şirketlerin şişirmelerinden arındıracağız.

Olası bir arz krizinde, yeterli gaz stokunu barındıracak depolama tesislerini,

ve bu tesislerden, gaz çekişini sağlayacak kapasiteyi de, mutlaka ama mutlaka kuracağız.

İYİ Parti iktidarında;

hangi ülke gazı keserse kessin,

memleketimiz kışın ortasında, doğal gazsız ve elektriksiz kalmayacak.

Aziz milletim;

Sayın Erdoğan’ın, her sıkıştığında arkasına saklandığı cümlelerden biri;

“Bütçeden bir kuruş harcamadan köprü, yol, havaalanı yapıyoruz.” cümlesidir.

Ne var ki;

2022 yılı bütçesine,

bu dolar garantili ödemeler için, 42,5 milyar lira ödenek kondu.

Bununla kalsa yine iyi…

Türk lirası değer kaybedince, bu ödeme miktarı 65 milyar liraya çıktı.

Yanlış duymadınız.

65 milyar lira.

Yani, Sayın Erdoğan’a göre, bütçeden kuruş harcanmayan projelerin,

Sadece 2022 yılı için, bütçeye getirdiği yük, 65 milyar lira.

Bu arkadaşımız;

ya göz göre milletine yalan söylüyor,

ya da artık ipin ucunu o kadar kaçırmış ki, olan bitenin farkında değil.

Bu rezaletin başka bir açıklaması olamaz.

Gelin, size birkaç örnek vereyim.

15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü kim yaptırdı?

Rahmetli Demirel.

Nasıl yapıldı?

Bütçeden.

Otomobil geçiş ücreti ne kadar?

8 lira 25 kuruş.

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü kim yaptırdı?

Rahmetli Özal.

Nasıl yapıldı?

Bütçeden.

Otomobil geçiş ücreti ne kadar?

8 lira 25 kuruş.

Peki Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kim yaptırdı?

Sayın Erdoğan.

Nasıl yapıldı?

Kamu özel iş birliği yöntemiyle.

Otomobil geçiş ücreti ne kadar?

19 lira.

Sadece bu kadar mı?

Hayır.

Hazine de, otomobil başına, 39 lira ödüyor.

Yani, yandaşın otomobil başına alacağı para, 58 lira.

Yani, diğer iki köprünün, tam 7 katı.

Bir de Osmangazi Köprüsü var.

Onu kim yaptırdı?

Sayın Erdoğan.

Nasıl yapıldı?

Kamu özel iş birliği yöntemiyle, yandaşlar tarafından.

Otomobil geçiş ücreti ne kadar?

184 lira 50 kuruş.

Sadece bu kadar mı?

Hayır.

Milletin ödediği 184 buçuk liraya ilave olarak;

Hazine de, 487 buçuk lira ödüyor.

Osmangazi Köprüsü’nün geçiş ücreti;

Rahmetli Demirel ve Özal’ın yaptırdıklarının, tam 81 katı.

Evet yanlış duymadınız.

Tam 81 katı!

Bunun 22 katını, köprüyü kullanan vatandaşlarımız ödüyor.

59 katını da, ister kullanalım, ister kullanmayalım, milletçe hep beraber ödüyoruz.

Şu rezaletin büyüklüğüne bakar mısınız?

Tabi 4 köprü fiyatına, sadece 1 köprü yaptırırsanız,

üstelik geçiş ücretini de, dolara bağlarsanız olacağı budur.

Bunlar sadece bir örnek.

Otoyollar için de durum aynı.

İşte size, yandaş beslemenin milletimize olan faturası.

İşte size, Ak Parti’nin süslü rakamlarının ardındaki soygun düzeni.

İşte size, neden “Projeye değil, ranta karşıyız.” diye kampanya yaptığımızın sebebi.

Ama sabredin.

O sandık gelecek, ve bu harami düzenden kurtulacağız.

İYİ Parti iktidarında milletimizi hak ettiği refaha kavuşturacağız.

Hiç merak etmeyin, az kaldı!

Aziz milletim;

Ülkemizde canımızı yakan bir başka konu da, maalesef akaryakıt fiyatları…

Mesela biz şu an, akaryakıtı;

Amerika’dan, Angola’dan, Etiyopya’dan ve Arjantin’den daha pahalıya kullanıyoruz.

Avrupa’daki Belarus’tan, Asya’daki Endonezya’dan, daha pahalıya kullanıyoruz.

Hatta;

Taliban’ın Afganistan’ından,

Savaşın ortasındaki, Esad’ın Suriyesi’nden bile, daha pahalıya kullanıyoruz.

Ülkemizde, son bir sene içerisinde;

Benzin fiyatları yüzde 134,

Mazot fiyatları yüzde 159,

LPG fiyatları da, yüzde 143 arttı.

Bir de utanmadan çıkıp;

“Domates tarlada 1 lira, markette neden 20 lira?” diye nara atıyorlar.

Yahu el insaf!

Mazot 17 lirayı geçmişken, tarladaki 1 liralık domates, tezgâhta nasıl 1 lira kalsın?

Sayın Erdoğan;

Sağda solda düşman kuvvet aramaktan artık vazgeç.

“Hayat pahalılığını neden bitiremiyorsunuz, bu gıda fiyatları neden uçuyor?” diye sorduğumuzda,

suçu domates-biber-patlıcan lobisine atarak, meseleyi çözemezsin.

Domatesin tarlada 1 lira, markette 20 lira olmasının sebebi;

Ne nakliyecilerimiz, ne manavlarımız, ne halcilerimiz, ne de marketler değil.

Sanayiciyi üretemez hale getiren maliyetlerin sebebi;

O pek bir sevdiğin, her fırsatta kıyak yaptığın dış güçler ve faiz lobisi değil.

Uçan akaryakıt fiyatlarının sebebi de;

Ne fayton lobisi, ne de elektrikli araç spekülatörü Elon Musk’ın, bize çektiği bir operasyon değil.

Tüm bunların sebebi, bizzat sensin sen!

Hiç kusura bakma.

Sen ısrarla anlamak istemesen de,

biz ısrarla hakikati konuşmaya devam edeceğiz.

Bize inanmadığın her durumda da,

Her hafta seni, aziz milletimizin sesiyle yüzleştireceğiz.

Bu kürsü, milletin kürsüsüdür.

Daha önce nasıl;

Esnaflarımızdan, çiftçilerimize,

işletme sahiplerinden, sağlık çalışanlarımıza,

atanamayan öğretmenlerimizden, EYT’li kardeşlerimize,

KYK mağduru gençlerimizden, şiddet mağduru kadınlara,

ez cümle, memlekette derdi olan kim varsa, burada ağırladıysak;

Siz, inatla o sesi kısmaya çalışsanız da,

biz her hafta, sözü de kürsüyü de, inatla ve ısrarla milletimize bırakmaya devam edeceğiz.

Elinizden geleni ardınıza koymayın.

Nitekim bugün, Milletin Kürsüsü’nde,

Akaryakıt zamlarından, en çok etkilenen kesimlerden biri olan,

Kamyoncu esnaflarımızı misafir ediyoruz.

Yaşadıkları mağduriyeti anlatmak üzere,

Aziz milletim;

Biz, Türk Milleti’yiz.

Biz;

Ağacıyla, çiçeğiyle,

Deniziyle, gölüyle,

Tarladaki mahsulüyle,

Vatan toprağına sahip çıkanlarız.

Biz;

Eşiyle, dostuyla,

Kardeşiyle, oğluyla,

Kundaktaki çocuğuyla,

Vatan toprağı için mücadele edenleriz.

Biz;

Acısıyla, sevinciyle,

Coşkusuyla, gururuyla,

Yüreğimize kor gibi düşen kayıplarıyla,

Vatan toprağındaki bağımsızlığın, kıymetini bilenleriz.

Biz;

Vatana sahip çıkmanın,

Kanının son damlasına kadar mücadele etmenin,

Bağımsızlığın kıymetinin, ne demek olduğunu,

en iyi bilen milletiz.

Mağdurun yanında, haksızlığın karşısında durmak, Türk Milleti’nin doğasında vardır.

Nitekim Tarihimiz, başkalarının hukukunu korumak uğruna ettiğimiz,

nice mücadele örneğiyle doludur.

Çünkü adalet, Türk’ün karakteridir.

1492’de, Sefarad Musevilerine kapı açan da,

110 yıl boyunca, “Lehistan elçisi nerede?” diye sorduran da,

Hitler’in zulmünden kaçanları, bağrına basan da, işte bu karakterdir.

Bugün de, milletimizin vicdani, siyasal ve ekonomik hayatının rehberi, tam olarak budur.

İşte bu yüzden;

Bugün, Türk Milleti olarak, hepimizin yüreği, bir başka millet için çarpıyor.

Ukrayna’nın vermiş olduğu mücadeleyi, belki de en iyi biz anlıyoruz.

Bu vesileyle, Ukrayna’nın cesur evlatlarını saygıyla selamlıyorum.

Ülkelerinin özgürlüğü ve egemenliği için vermiş oldukları savaşta, onlarla birlikteyiz.

Değerli dava arkadaşlarım;

Tarihin kırılma noktalarından birisine tanıklık ediyoruz.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz hafta,

Rusya ordusu, sınırı geçip, Ukrayna’ya bir saldırı başlattı.

Üstelik bu saldırı, sadece ülkenin doğusunda yer alan,

ihtilaflı bölgeler ve askeri tesislerle de, sınırlı kalmadı.

Ukrayna’nın şehirleri, sivillerin yaşam alanları hedef alındı.

Bunun açık bir işgal ve darbe girişimi olduğunu söylemek zorundayız.

Çünkü, Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna halkının iradesini tanımıyor.

Siyasi egemenliğine saygı duymuyor.

Askeri yollarla, düpedüz vali atamaya çalışıyor.

Hatta, bu zatı muhterem, bunlarla da yetinmiyor.

Adeta paranoya nöbeti geçiren, bir Rus roman kahramanı gibi,

Ülkesini güvende kılmak için, istediği ülkeyi işgal etme hakkını da, kendinde gördüğünü söylüyor.

Bu durum, her bakımdan bir dönüm noktasıdır.

Çünkü şimdiye kadarki türlü şımarıklıkları, bir şekilde tolere edilen Putin,

artık cüretinin boyutlarını, ifşa etmiş bulunuyor.

Artık dünyamızın, bir Rusya yayılmacılığı sorunu var.

Rusya, uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler prensiplerini tanımadığını,

açık şekilde dile getirdi.

Karşımızda, herhangi bir ülke tarafından saldırıya uğramadığı halde,

istediği ülkeyi işgal etme hakkını, kendinde gören bir zihniyet, tüm gerçekliğiyle duruyor.

Öyle ki, bu yönetim;

ihtilafa düştüğü bir devlet başkanını, halkın oyuyla seçilmesine rağmen, devirmeyi de,

halkın istemediği diktatörleri, Moskova’nın hesabına çalıştıkları sürece, görevde tutmayı da,

son derece normal görüyor.

Nitekim şimdiye kadar,

Putin’in, Gürcistan’da, Kırım’da, Belarus’ta yaptığı da, tam olarak budur.

Bu tavır bize, İkinci Dünya Savaşı sonrasında,

Doğu Avrupa’yı, adım adım kontrolü altına alan, Stalin’i hatırlatıyor.

Stalin, sınırlarını genişletme konusunda, öylesine hırslıydı ki,

kendi sözünü dinlemeyeceğini düşündüğü, Doğu Avrupalı komünist siyasetçileri bile, ortada kaldırmış,

yerlerine kendi emir erlerini atamıştı.

Yani;

Soğuk Savaş dünyasında da,

Mesele, komünizmin yayılmasından çok, Rusya’nın yayılmasıydı.

İşte o nedenle;

1956 yılında Budapeşte’de, 1968 yılında ise Prag’da dolaşan Sovyet tanklarının, tek bir amacı vardı:

O amaç, Rusya’nın tahakkümünü korumaktan başka bir şey değildi.

O yıllarda, Sovyetler’in uyguladığı bu strateji, sosyalizmin arkasına gizlenebiliyordu.

Soğuk Savaş sona erdikten sonra, artık geride, ardına gizlenecek bir ideoloji de kalmadı.

Ancak bu, Rus devletinin yayılmacılık tutkusunun bittiği anlamına gelmiyor.

Bugün bunu, tüm çarpıcılığıyla görebiliyoruz.

Bu tutku, Putin ile birlikte yeniden dirilmiş durumda.

Bu defa ise, sosyalizm terimlerinin yerini, Çarlık Rusya nostaljisi almış gibi görünüyor.

Ukrayna’da yaşanan,

Dünyadaki vicdanlı ve aklı selim sahibi herkesin, adalet duygusunu sarsan bu duruma,

uluslararası toplum, daha fazla sessiz kalamaz.

Bu şımarıklığa, bu hırsa, daha fazla izin veremeyiz.

Başta Kırım’daki kardeşlerimiz olmak üzere, Putin’in zulmüne maruz kalan onca insanı,

kaderlerine terk edemeyiz.

Putin haddini aşmıştır.

Vakit, boş laf değil, yaptırım vaktidir.

Vakit, çekimser kalma değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir.

Değerli milletvekilleri;

Rusya’nın bu durumu ortadayken, Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir?

Putin’in kafasındaki Rusya’nın eksik parçalarının,

Kars, Erzurum ve Ardahan olmadığını, kim rahatlıkla söyleyebilir?

Bugün, bölgemizdeki tüm bağımsız devletler, bu soruyu kendi ülkeleri için soruyorlar.

Ve herkes, Putin’in idaresindeki Rusya nedeniyle, güvenliğinin tehlikede olduğunun farkında.

Bunun farkında olmayan, ve Rusya’nın bu halinden memnun olan,

tek bir bölge ülkesi var, o da maalesef Türkiye.

Mevlana diyor ki;

“Kuş avlamak isteyen, kuş taklidi yapar.”

O nedenle;

Rusya’nın mevcut durumundan, memnuniyet duyanların,

Türkiye’nin Rusya ile girdiği, asimetrik ilişkiyi destekleyenlerin,

Ukrayna’da zulüm sürerken, Rus televizyonlarında yorumculuğa soyunanların,

kendilerine milliyetçi diyerek, milli güvenlik konularında, ahkam kesmeleri,

beni hiç de şaşırtmıyor.

Halbuki ortada, çok açık bir gerçek duruyor.

Karşımızda, bölgesindeki ülkelerin sınırlarını, bağımsızlığını ve siyasi egemenliğini tanımayan,

bunu da, açıkça beyan eden bir Rusya var.

Aklı başında insanlar tarafından yönetilen her devlet,

eğer bağımsızlığını ve egemenliğini, Rusya’ya karşı korumak istiyorsa,

belirli adımlar atmalıdır.

Ancak üzülerek söylüyorum ki;

Türkiye, bu adımları atamayacak kadar, Rusya’ya bağımlı hale getirilmiştir.

İki ülke arasındaki ilişki, dengeli ve simetrik değildir.

Bu ilişki, Rusya lehine asimetrik bir ilişkidir.

S400’lerden, Suriye’ye,

Akkuyu’dan, turizme kadar, hemen her alanda,

bu asimetrinin, Türkiye’yi düşürdüğü kırılgan durumun yansımalarını görüyoruz.

Bakın size hemen bir örnek vereyim.

Geçen hafta, Sayın Erdoğan çıktı ve Ukrayna krizinde, NATO’yu göreve çağırdı.

Ukrayna’ya daha fazla destek olmuyorlar diye,

NATO ülkelerini eleştirdi, içeride de gazetelere demeç verdi.

Aynı günün akşamında ise,

Strazburg’da, Rusya’nın, Avrupa Konseyi’ndeki üyelik haklarının,

askıya alınmasına dair, bir oylama vardı.

Peki orada ne oldu?

Sabah, Rusya’yı eleştiren ve batılı devletleri göreve çağıran Sayın Erdoğan,

aynı günün akşamı, konseyin 47 ülkesinden,

bir tek Ermenistan’ın, Rusya’ya destek olduğu oylamada, çekimser kaldı.

Aynı gün.

İşte size, Ak Parti iktidarının, dış politikada memleketimizi düşürdüğü kırılgan durum.

Türkiye gibi, zorlu bir coğrafyada yer alan bir ülkede,

denge politikası yapabilmek, maharet ve liyakat ister.

Ancak Ak Parti iktidarları döneminde, ikisi de maalesef kalmadı.

O nedenle, denge politikası yapalım derken, Türkiye’yi ve dış ilişkilerini dengesizliğe ittiler.

Oysa yapılacak basitti.

Bu oylamada, Türkiye’nin yalnız kalmasına sebebiyet vermeyecektiniz.

Çünkü diplomasi, Türkiye’yi uluslararası alanda yalnızlaştırmak değildir.

Değerli dava arkadaşlarım;

Artık tüm dünyada, yeni bir dönemin başladığına inanıyorum.

Memleketimiz, badireler coğrafyasında, badireli zamanlara alışkın bir ülkedir.

Ancak bizler, yaşanan bu badirelere sadece,

milletimizi, topraklarımızı ve egemenliğimizi korumak ve kollamak adına müdahil oluruz.

Çünkü biliriz ki;

Bu prensibe bağlı kalınmadığı zaman,

“galip kahraman olma hayalleri”, süratle “galiz kahramanlığa” dönüşür.

Tarihimiz, bunun nice örnekleriyle doludur.

Ve şanlı tarihimiz, havanda su dövmenin yeri değil, ders alıp gelişmenin mutfağıdır.

Nitekim;

Lozan’ı ve Montrö’yü imzalayıp, Anadolu ve Trakya’nın tapusunu,

milletin, evrak-ı metrukesine koyanlar;

barışın bedelini unutmayalım diye, “Yurtta barış, cihanda barış.” demişlerdir.

Devlerin savaşında, bu toprakların genç fidanları,

başkalarının ütopyaları uğruna, toprağa düşmesin diye,

“Ne başkasının bir karış toprağında gözümüz var,

ne de başkasına bir karış toprak veririz.” demişlerdir.

Ama maalesef Türkiye, böylesine hassas bir dönemde,

burnunun ucunu bile görmekten aciz olduğu halde,

görmediği ufkun ardındakilerin masalını, milletine anlatma cüretini kendine hak gören,

laf ebeleri tarafından, sevk ve idare ediliyor.

Öyle ki;

1’inci Dünya Savaşı’nın yangınının küllerinden, bir memleket kuranların, hakir görüldüğü,

2’inci Dünya Savaşı’nın yangınını, bu memlekete sıçratmayanların, basiretsiz bulunduğu,

bir acayip delilik hali, devletimizin aklını, bir kanser gibi sarmış durumda.

Durmadan çalışan, yalan makineleri marifetiyle,

Türk Cumhuriyeti’nin başarısını, göz ardı etmek için, çırpınıp duruyorlar.

Oysa, asıl unutturmak istedikleri tarih,

bizzat kendi karanlık geçmişlerinden başkası değildir.

Dün, 1 Mart tezkeresinin yıldönümüydü.

O red kararı, milli meclisimizin,

o günlerde, ortalıkta, “BOP Eşbaşkan adayıyım.” diye gezenlere verdiği,

en önemli cevaptı.

Milli egemenliğin ve milli iradenin,

Türkiye’nin varlık senetlerine meydan okuyan, bir karanlık iradeye karşı isyanıydı.

Aradan 19 yıl geçti.

Ve o aynı karanlık irade;

1 Mart 2003’te, Gazi Meclisimize karşı açtığı, hırs ve intikam savaşında,

adına, bir de utanmadan, “Türk Tipi” dedikleri, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesiyle,

galip geldiğini zannetti.

Tıpkı eski “abilerinin” ona öğrettiği gibi,

büyük yalanlarla, büyük mesafeler aldığını zannetti.

İşte o nedenle;

bugün bizlerin, arkamıza millet iradesini alarak çıktığımız, bu kutlu yol,

Milletimizi, Mehmetçiğimizi ve Devletimizi,

herhangi bir zaman, herhangi bir şekilde, herhangi bir amaçla,

herhangi müstevlinin aracı, maşası veya yancısı yapma olanaklarını, ortadan kaldırmaktır.

Meclisimizin gücünü ve iradesini, tek adamcılık oynayan, kravatlı ergenlere karşı,

her daim üstün kılabilme çabamızın altındaki sebeplerin, en önemlisi işte budur.

Nitekim bugün;

Türk’ün incinen gururunun rüzgarını, arkasına alarak, “Ey Batı”, “Ey NATO” diye çıktıkları yolda,

dünün eş başkanları, bugünün matruşka bebeği olma hevesine kapılmışlardır.

Dahası, söz konusu kimseler,

Aziziye tabyalarını, Allahuekber Dağları’nı, Plevne’yi, Kırım’ı, Erzurum’u, Nene Hatun’u unutmuşlar,

ama ne hikmetse, yerlilik ve millilik panayırları düzenlemekten de, geri durmamaktadırlar.

Amma;

Kirli ve kara para ağlarının, karanlık iş ilişkilerinin, mafyatik idarelerin,

ortak dostlarıyla, bir araya gelmek isteyenler,

ve Türk Milleti’ni, merdiven altı parya düzeninin köleleri yapmak isteyenler, bilsinler ki;

bu millet ölmedi ve yılmadı.

Büyük Türk Milleti!

Ne;

bugün, bizzat kendisinin, mucidi olduğunu iddia ettiği,

fakat onlara, her icraatıyla ihanet eden,

ve bizzat şovunu yaptığı değerlere ve anlaşmalarına uymakta nazlanan, bir Batı’nın;

Ne de;

yüze gülen, ama arkandan kuyu kazan, bir sözde Avrasya’nın,

veya çöllerinde, altın kaplama jipler üzerinde, borsa simsarlığı yapan bir alemin,

“küçük-stratejik ortağı” olamazsın!

Kaderini;

ne 11 askerinin başına çuval geçiren hadsizlere,

ne de, 34 askerini bombalayarak şehit eden bir zorbaya bağlayamazsın.

Ne;

vatandaşlığını bir avuç dolara satanların,

ne de;

topraklarını, limanlarını, birkaç küçük avantaya devredenlerin, marabası olamazsın.

Ne;

burnunun dibinde savaş tamtamları çalarken,

Afrika seyahatine çıkan öngörü şampiyonlarının,

ne de;

“Boğazlardan para kazanamıyoruz.” diyerek,

milletin tartışılmaz egemenlik haklarını, berhava etmeye kalkanların,

kara düzenine, araç olamazsın.

Büyük Türk Milleti!

Türkiye;

küresel bir Dünya’da, yalnız kalamaz, yalnız bırakılamaz.

Türkiye;

her şeyi ikiye ayırmaya alışkın, köhnemiş dimağların, boynu bükük bir köprüsü yapılamaz.

Türkiye;

ya Natocusun, ya Avrasyacı;

ya doğucusun, ya batıcı denilerek,

iç ya da dış tek adamcıların, hüllecisi olamaz.

Saldırganlık ve hamasetle yoğrulmuş, fırsatçılık ve kurnazlığın,

memleketimizi ve Dünya’yı sürüklediği bataklık, apaçık ortadadır.

Güvenilir ve güvenli bir dünya, geçmişte olduğu gibi, bugün de,

sözüne güvenilir, aldığı sözlere de, ihanet kabul etmez bir Türkiye ile mümkündür.

Biz;

huzurlu bir Dünya’yı kurmanın, en büyük milli gurur ve şuur vesilesi olduğuna inanıyoruz.

Biz;

milli cesaretin ve gururun,

savaşın değil, ancak barışın bedelini ödemeye ve ödetmeye hazır bir gücün,

inşa edilmesi ile var olacağına inanıyoruz.

Biz;

Türkiye’nin gerçekten üretken hale gelirse, imtiyazlı hale gelebileceğine inanıyoruz.

Biz;

hiçbir ülkeye, mecraya ve maceraya,

milletin ekmeğini, suyunu kaybetmek pahasına, bağlanılmaması gerektiğini biliyoruz.

Biz;

savaş çıktığında, ekmek ve buğday fiyatlarından endişe etmeyen bir Türkiye’yi,

kendi buğdayını üretmekten aciz bırakılmayan,

kendi kendine yeten bir Türkiye’yi inşa etmek isteyenleriz.

Biz;

her diplomatik sorunda,

“mazotum biter”, “gazım kesilir”, “soğukta kalır mıyım?” demeyen bir Türkiye’yi,

masallarla avutulmayan güçlü bir Türkiye’yi, var etmek isteyenleriz.

Biz;

içeride huzur ve refahın, gerçek bir Cumhuriyet ve gerçek bir demokrasiden geçtiğini bilenleriz.

Biz;

gerçek bir cumhuriyetin, güçlü ve kapsayıcı bir hukuk devletinden;

gerçek bir demokrasinin, ortak akla dayalı, kurumsal bir devlet idaresinden geçtiğini bilenleriz.

Biz;

Gerçek güven ve içeride istikrarın,

şahsa bağlı olmayan bir diplomasiden, bağımsız bir dış politikadan geçtiğini bilenleriz.

İYİ Parti, işte bu kritik yol ayrımında,

Türkiye’yi hak ettiği huzura, refaha ve istikrara kavuşturmak için dimdik ayaktadır.

Çünkü İYİ Parti;

Mustafa Kemal’in çizdiği medeniyet yolunu, iyi okumuş, iyi anlamıştır.

Atatürk, yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek, bir maske değildir.

Medeni dünyanın kurallarını yok sayan, diplomasiyi küçümseyen,

ruh hastalığını da stratejik zeka zanneden kendini bilmezlerin de,

referans noktası olamaz.

Atatürk’ün, ülkemizi, medeni milletler ailesinin, onurlu bir üyesi yapma gayreti,

revizyonist olmayan dış politikası,

hamaset yerine, aklı önceleyen felsefesi,

ve egemenlik kavramına duyduğu saygı,

bizim ilham kaynağımızdır.

O’nun sahip olduğu,

ülkemizin kalkınmasına ve refahına ket vuran değil,

kalkınmayı destekleyen dış politika anlayışı, bizim de anlayışımızdır.

İşte tam da bu yüzden;

İYİ Parti, bu kritik dönemeçte, hayati bir rol oynamaktadır.

Ülkemizin kurucu felsefesinin,

memleketin makulünün ve merkezinin,

yeni oluşacak dünya düzeninde, istikameti bellidir.

Buna gücümüz vardır.

Buna potansiyelimiz vardır.

Buna mahir kadrolarımız ve milletimiz vardır.

Biliyor ve inanıyoruz ki;

Tarihin, hiçbir zaman tozlanmayan sayfalarında,

lazım geldiği her vakit, şu sözü edebilen bir Türk devleti,

daima var ve payidar olacaktır:

“Yeni şartlarla yeni bir dünya kurulur.

Türkiye de bu dünyada yerini bulur!”

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.