Anadolu16.com

Kar Leoparı; ŞEFİK İŞBULAN…

31.01.2021
A+
A-

O, bizim Şefik Abimiz…

‘’Sabrı çocukken öğrenmiş, şimdi yollar, patikalar vız gelir ona.’’ STD (Sınır Tanımayan Dağcılar Spor Kulübü Derneği) üyesi, Vildan Alpsoley Öztürk’ün bu sözü, ‘’Şefik İşbulan’’ Abimiz hakkındaki yazımın, ana temasını oluşturdu.

83 yaşındaki sevgili Şefik Abimiz, bizlere yaşamının tüm yönleri ve renkleri ile dağlarda rehberlik yapan, yüreğini her daim bizlere açabilen cesur yürekli bir insan.

O, bir ‘’Kar Leoparı….’’

Onun için yaşam, çok zorlu, engebeli ve öngörülemeyen süreçlerde oluşmuş. Küçük yaşlarda, yokluk, sefillik çekmiş. Ama hiç bir dönem yaşamı bırakmamış, doğa ile birlikte yaşamayı öğrenmiş.

Şefik Abimiz için parkurların; karlı, buzlu, çamurlu olması hiç fark etmez. Doğaya uyum sağlamak, koşullara göğüs germek ve zorlu yollarda izini bulmak onun yaşam felsefesidir.

Onun ağzından, bizlere ders niteliğindeki yaşam mücadelesinden bir kesit. Bu söyleşiyi, kaleme alırken inanın çok etkilendim… Bazen kelimeler ile ifade etmek yetmedi, yetmez de…

Onun deyişi ile; ‘’1938, Bursa doğumluyum. Işıklar Askeri Lisesi yanında, gecekondu diyebileceğimiz tek gözlü odada 5 kişi yaşardık. Aşırı yağmur ve kar yağdığında evde yatamadığımız zamanlarda, yatmak için yan komşuya giderdik. Rahmetli Babamı, (Osman İşbulan) 3 yaşında iken kaybettim. Böylece yaşam koşulları, bizler için çok daha zor oldu.

Işıklar Askeri Lisesi’nde görevli bir komşumuz, Askeri Lise öğrencilerinin ‘’yemek artıklarını’’ bize getirirdi. Babamın, can havli ile yerde oynarken benim üzerime düştüğünü hatırlıyorum. Eve yemek getiren teyzenin, bunu fark edip, ‘’baban ölmüş  oğlum!’’ haykırışı halen kulağımdadır. 3 yaşında olmam ve ölümün ne olduğunu küçük yaşta öğrenmem, hayatın ne kadar acımasız olduğunu gösterdi.

O dönem cenazeler, paytonun altındaki özel yere tabut konularak, Pınarbaşı Mezarlığı’na götürülüyordu. Abim, bu işi üstlenerek son vazifemizi yerine getirdik.

Başka bir anım, Uludağ’ın köylerinden getirilip, Işıklar Askeri Lisesi’nin önüne bırakılan üçü kız biri erkek (13- 14 yaşlarında Hasan Abim) çocukları, ağlar vaziyetteyken gören Annemin, (Zeynep İşbulan) erkek çocuğu sahiplenmesiyle, benim bir erkek kardeşim daha oldu. Zaten kendi kendimize bakamıyorken, yoksulluğumuz daha da arttı…

İkinci Dünya Savaşı, tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizi de çok kötü etkiledi. 1944 yılında evin geçimini sağlayan Abimin (Mustafa İşbulan) askere gitmesi neticesinde, evimizin ekonomik yükümlülüğü 6 yaşında üzerime kaldı. O yaşta, Işıklar Askeri Lisesi öğrencilerine, şu anki Demirtaşpaşa Metro İstasyonu’nun hemen üzerindeki sebze-meyve halinden, bir kasa mevsimlik meyveyi sırtımda taşıyarak, Işıklar’a doğru yavaş yavaş, yokuş yukarı götürüp satmaya başladım.

O günkü kasanın ağırlığını, 6 yaşında taşıyabilme gücüm aklıma geldikçe, kendi kendime hayretler içinde kalıyorum. Öğrencilere yaptığım meyve satışından aldığım para ile ancak ufak tefek gıda ihtiyacını karşılayabiliyorduk. Bize, ‘’yemek artıklarını’’ getiren teyze de babamın vefatından 5 – 6 ay sonra ortadan kayboldu.

Evimizin tam arkasında, Işıklar Askeri Lisesi’nin çöplüğü vardı. Çöplerin, at arabasıyla buraya getirilmesi sonucu, tüm komşular ve hayvanlar (köpek, kedi, kuş) ile birlikte, çöpten erzak (meyve, ekmek, elbise, kalem, defter vb.) seçmeye giderdik. Okul boyunca, tüm kırtasiye malzemelerini çöpten temin ettim.

Ayrıca, Işıklar Askeri Lisesi’nin yanmış atık kok kömürlerini, mahallece toplayıp evimizde ’’maltız sobasında’’ tekrar yakardık. Böylece ısınma ve yemek pişirme masrafımız olmazdı.

İlkokula başlayana kadar, hiç ayakkabım olmadı diyebilirim. Rahmetli Annem, çöplükte bulduğu asker elbiselerinden ayağımıza ‘’çarık’’ misali terlik yaparak giydiriyordu. Bu çarıkları kışın giyebilmekteydim, yazın ise zaten ayağımızda hiçbir şey yoktu. Üstümüz, başımız da çok perişandı…

7 yaşında ilkokula gitmek istedim. Abimin askere gitmesi nedeniyle annem, ekmek parası getiren olmayacağı için bana izin vermiyordu. Annemden kaçarak, bir komşumuzun kızını, Emir Sultan İlkokulu’na yazdıracağını öğrendim ve ondan, beni de okula yazdırmasını istedim. Peşlerine takılarak okula gittim. O zamanlarda, kayıtları okul müdürü yapıyordu. (Naci Öztürk)…

Üstümün başımın perişanlığı, hatta ayakkabısız olduğumu gören okul müdürü durumuma çok üzüldü. Komşumuzun da bizim hakkımızda bilgi vermesi sonucu, okul müdürü tarafından yardım için Kızılay’a gönderilecektim. Böylelikle annem, beni mecburen okula göndermeye karar vermişti. Kızılay, fakir öğrencilerin tüm giyim ihtiyaçlarını ücretsiz karşılamaktaydı.

Komşumuzun sayesinde istediğim ilkokula kayıt oldum. Okula başladığımız ilk gün, benim gibi durumları sefil olan arkadaşlarla birlikte, eski Setbaşı Vergi Dairesi’nin hemen altındaki ‘’Aynalı Camii’’ içindeki, ‘’Kızılay İmarethanesi’nden’’ tüm kıyafetlerim karşılanarak, okula başlamaya hazır hale geldim. Artık, sevincimi siz düşünün…

Abimin askerliğinin 3 sene süresince ben, hem okul, hem de eve para götürme sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldım. Okuldan çıkar çıkmaz çantamı, arkadaşlarla eve gönderirken, sebze-meyve halinin yolunu tutuyordum. Meyve sandığını yüklenerek, Işıklar Askeri Lisesi’ne doğru yol alıyordum.

Yaşımın 7 olması, bu çok zorlu koşullar beni çok yordu ve başka arayışlara yöneltti. Sürgülü kutusu içinde, sargılı ambalaj kağıdında, sıralı numaralar olan ‘’hayat şekerlerini’’, Askeri Lise öğrencilerine satmaya başladım. Halden, meyve alıp satmayı artık vücudum kaldıramadı. Şeker satarak, evimizin temel ihtiyaçlarını tekrar karşılayabildim.

O sıra aklıma bir şey takıldı. Öğrencilerin benden aldıkları ve üzerinde numara olan şekerler, ‘‘kimin rakamı, küçük çıkarsa’’, arkadaşının aldığı ‘’hayat şekerlerinin’’ parasını da o, ödeyecekti. Bu iddia ve çekişme, öğrenciler arasında kısa sürede yaygınlaştı. Ben günde 1 kutu yerine 2- 3 kutu satmaya başladım. Abim, askerden gelene kadar bu satışlar devam etti ve ekmeğimizin yanında artık diğer gıda maddelerini de alabiliyorduk. 1947 yılında, Abimin askerden gelip işe başlaması, beni de çok rahatlattı ama şeker satışlarına devam ettim.

Evimizde, aydınlanmak için gaz lambası vardı. Ders çalışmak ve kitap okumak için, annemden gaz lambasını isterdik. Ama annem, yemek yaparken gaz lambasını da kullanıyordu. Hasan Abim, okuma yazma bilmediği için ona ben kitap okuyordum. Hasan Abim, kütüphaneden günlük 1 kuruşa kiralık aldığı kitabı bana getirip, zorla 1 gecede okutmaya çalışıyordu. Kitap, 1 gün daha fazla kalırsa, 1 kuruş daha fazla ödeneceği için mecburen geç saatlere kadar kitap okuyorduk.

Yaşamım, şu üçgen üzerine kurulmuştu; ‘’hayat şekerlerini’’ satmak, okula gitmek ve kitap okumak…

Tek odalı evimizin, doğuya bakan camından Bakacak’ı (Uludağ yamacı) görürdüm. O sırada, soba ve ocak yakmakta kullanılmak üzere Zeyniler köyü civarından, odun kesip eve getiriyorduk. Odunları, ev süpürgesi şeklinde birbirine bağlayıp sırt yardımıyla sürükleyerek getirirdik. İçimden, ‘Zeyniler köyüne gitmişken Bakacak’a da gidebilir miyim?’  diye çok düşündüm. 9 – 10 yaşlarımda ekmek, zeytin, domates ve biberden oluşan ’’çıkını’’ sırtıma atarak,  Zeyniler, Gürpınar ve tüm Uludağ yamaçlarını tek başıma gezmeye başladım.

1953’lü yıllarda, Mahfel’in (çay bahçesi) hemen arkasındaki Setbaşı Yazlık Sineması’ndan, gece saat 23.30 civarlarında sinemadan çıktıktan sonra aklıma, arkadaşlarla birlikte, Bakacak’a gitme fikri geldi. Yassı pilli el feneri ile 4 kafadar, gece 01.00 gibi yola çıktık. Etrafımızdaki vahşi hayvanlar eşliğinde, orman içinde yürüyerek Zeyniler köyünden, Gürpınar üstünden Çobankaya’ya kadar patika yoldan giderek, öğleye doğru Bakacak’a vardık.

Bursa manzarasını, ilk kez gündüz gözüyle gördüm. Yemyeşil, uçsuz bucaksız bir ova, halen gözümün önündedir. Tekrar yol alarak evimize geri döndük. Bu ilk macera bana örnek oldu. Dağ havasını, sevgisini, özlemini Bakacak gezisi sayesinde elde ettim. Sonraki varış noktalarım; Uludağ Zirve ve Göller Bölgesi oldu.

Yine 3 arkadaş, bu parkuru gece saat 22.00’de evden çıkıp, ertesi akşam, gece geç saatlerde eve gelerek tamamladık. Bu gezilerden rahmetli annemin hiç haberi olmazdı. Artık öyle çok sık dağlara gidiyordum ki zavallı annem, benden bıkmıştı. Gitme dese de içimdeki doğa hissi her zaman galip geliyordu. Arkadaş bulamadığımda, tek başıma gidiyordum.

1956 yılında, Bursa Erkek Lisesi’ni bitirip Kapalı Çarşı’nın, doğu kapısındaki bir muhasebe bürosunda işe başladım. Askerliğe gidip geldikten sonra da Kozahan’da yine muhasebe işine girdim.

Uzun yol yapmam nedeniyle, kimse benimle yürümek istemiyordu. Artık etrafımda dağlara çıkacak arkadaş bulamıyordum ve tek başıma dağlara çıkıyordum. Benimle birkaç kez yürüyüşe gelen arkadaşlar, kesinlikle bir daha gelmiyorlardı. Artık her pazar günü tek başıma dağlardaydım. Bu yüzden, Uludağ’ımızın kuzey yamaçlarını  karış, karış bilirim.

Yaşamım doğa üzerine kurulu olup, ölünceye kadar dağlardayım. Siz, doğa sever dağcı kardeşlerimi, arkadaşlarımı çok seviyorum… ‘’

Tüm bilgi birikimini, biz doğa severlere verebilen tertemiz kalbi, tatlı inatçılığı, sevecen ve esprili kişiliğiyle biz doğa severlere örnek olan filozof bir insan.

Üşümek nedir bilmeyen fiziki yapısı ile genellikle her ortamda kısa kollu gezmesinin, elbette geçmiş bir sebebi olmalı diye düşündüm ve sordum; ‘’Bir otomotiv firmasında işe başladım. Bursa soğuk ve karlı olurdu. Vücudum, yaşamım boyunca soğuğa karşı zaten hep dayanıklıydı. Herkes palto giyerken, fakirlikten üzerimize giysi alınamadığı için üşüme duygusunu da kaybettim. Bu işyerinde kaloriferlerin günde 1 saat yanması nedeniyle, soğuk bir odada 11 yıl boyunca çalıştım.’’

***

Dağlarda, yeri geldiğinde teknolojiyi çok iyi kullanan Abim Gürsel Saylı ile, teknolojiyi kullanmayan rehberimiz Şefik Abimizin, yön bulma konusunda farklı görüşleri ile tatlı tatlı didişmeleri ile sonunda doğru yolu bulduğumuz güzel parkurlar.

Dağlarda, tek başına gezmenin verdiği özgüven, bilgi birikimi, duyguları, ışık ve güneş ile yön bulma hissi, halen devam etmektedir.

Parkur boyunca bizleri patika yollardan, domuzların girdiği ‘’yardırma’’ dediğimiz inişi ve çıkışı bol olan yerlere sürerek, acımasız, gaddar, inatçı ama o kadar da çok sevimli bir tatlı ihtiyar izlenimi yaratmaktadır. Herkesi, kendisi gibi zannedip, dağlara, bayırlara arkasına bakmadan tırmanarak, bizlere tatlı tatlı bakması gözümün önündedir.

Tatlı huysuzluğu ile, bizleri dağlarda perişan ederken aynı zamanda dalga geçmekte, ‘’dağların sahibi benim’’ edasıyla da sevimli mi sevimli gülüşü, bizlerin kızmak duygusunu köreltmektedir.

Herkes ile sıcak, samimi, karşılıksız ve en önemlisi hoşgörülü duygu yoğunluğu ile O, bizim yol rehberimiz, Şefik Abimiz.

Şefik Abimizi, 2012’li yıllarda ‘’Nilüfer Belediyesi, Kent Konseyi, Uludağ Kulübü’nde’’ tanıdım, daha sonra kurucu üyesi olduğu STD (Sınır Tanımayan Dağcılar Spor Kulübü Derneği) ile aynı çatı altında bulunmak ve yol almak gururunu yaşadım.

STD Başkanı (Sınır Tanımayan Dağcılar Spor Kulübü Derneği), İbrahim Ethem Kuruçay’ın, Şefik Abimiz hakkındaki görüşleri; ‘’Bazı insanların yüzünde öyle bir sevecenlik, dudaklarında öyle bir tebessüm vardır ki sizi yanına çeker. Esprileriyle kahkaha attıran mizah anlayışı, anlattıkça hafızasına olan saygınız sizi takar peşine, alır götürür. İşte bu duygularla diziliriz dağlarda sevgili Şefik Abimizin arkasına. Bazen bir baba şefkati, bazen de bir öğretmen edası, size güven verir, huzur verir. Hele bir de sevgili Gürsel arkadaşımızla şakalaşmalarına denk gelmişseniz, değmeyin o günün keyfine. Eline diken batsa, hepimizin canı acır, o güldüğünde hepimiz coşarız. Hani bazen deriz ya; ‘’ iyi ki tanımışım’’ diye. İşte ben de ‘’İyi ki tanımışım Şefik Kaptanı, iyi ki tanımışım bu koca yürekli insanı’’ diyorum büyük bir gururla.’’

***

O, bir doğa ve yaşam devrimcisi. Doğanın kurallarına uyan, doğaya saygılı, yaşam ile barışık, sevdasını, yaşamını doğaya adamış önder bir kişilik.

Beyaz, gür saçları, yüz hatları ve özel şapkası ile onu ilk görenler ‘’Meksikalı imajını’’ çağrıştırdığını söylemektedirler.

Sevimli mi sevimli bu insanı tanımak için, onunla dağlarda ‘’yoldaş’’ olmak gerekir.

Cumhuriyetçi, Mustafa Kemal Atatürkçü, çağdaş, mücadeleci ve insanca dik duruşu ile bizlere ve tüm doğa severlere örnek bir insan.

Kelimelerle anlatmak çok zor bir insan ama başka bir özelliği her şeyden önce gelir.

Bursa’da oluşan birçok sosyal, kültürel ve çevre faaliyetlerine duyarsız kalmayıp katılan, çevreyi ve doğaya duyarlı, sevdalı, doğaya yapılan katliamlara kayıtsız kalmayan, yüreği ile eylemlerde en önde yer alan bir filozof kişilik.

83 yaşının gurur ve onuru ile onunla dağlarda ‘’yoldaş’’ olmak güzel bir duygu.

Şefik Abimiz, bir doğasever çevreci, dağların filozofu ve yaşam koçu. Biz ona, kısacası ‘’kar leoparı’’ unvanını taktık.

Eski çağlarda, arenaya çıkan ‘’gladyatörler’’ aklıma geldi. Yaşamak için, galip gelmek… Kazanmak…

Şefik Abimiz de, dağlarda bir ‘’gladyatör’’ ve kendine has edasıyla, yolunu bulmaktadır.

Doğa ile barışık ama o kadar da doğaya zarar veren, talan eden zihniyetlere de karşı dik duruşuyla bizlere örnek olmaktadır.

Nazım Hikmet’in deyişiyle; ‘’Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…’’

Şefik Abimiz iyi ki varsın.

Sevgi ve hoşgörü ile kalınız.

YORUMLAR

  1. Raji dedi ki:

    Sayende güzel insan Şefik Bey’i tanımış olduk sevgili yazarım.
    Devrimci duruşuna selam olsun …

  2. Beyhan Kuşoğlu dedi ki:

    Hayatın acı ve tatlı günlerini yaşayarak hayat mücadelesi verip saygınlığını yetirmeyen Şefik abimizi saygıyla anıyorum kaleminize sağlık Tansel bey sizide kutluyorum

    1. Tansel dedi ki:

      Beyhan Hanım; çok çok teşekkürler… Saygı ve sevgilerimizle…

  3. Nevzat ÇİÇEK dedi ki:

    Tansel bey,sevgili Şefik abimizi tanımak bizim için bir onurdur.Sizinde kaleminize sağlık çok güzel yazmışsınız.

    1. Tansel Saylı dedi ki:

      Nevzat Kardeşim… Şefik Abimiz özel bir insan…. teşekkürler….

  4. Mine Akınci dedi ki:

    Ne kadar güzell anlatmışsiniz,roman gibi.Sefik abiyede mutlu,saglikli yıllar ve yollar diliyorum.. Sevgiler 🙏🙋‍♀️😇

    1. Tansel Saylı dedi ki:

      Mine Arkadaşım ; Şefik Abimiz’in hayatı roman gibi… Allah uzun ömürler versin…

  5. İdris SEVER dedi ki:

    Herkes için olduğu gibi benim için de çok kıymetli olan Şefik Abimi, ben de, üyesi olmaktan gurur duyduğum Sınır Tanımayan Dağcılar Derneği’nde tanıdım. Sevgili başkanımızın dediği gibi ‘iyi ki tanımışım’. Ama keşke ben sevgili Abimi çok daha önceleri tanısaymışım. Elinize sağlık. Çok selamlar, saygılar…

    1. Tansel Saylı dedi ki:

      İdris Kardeşim… Ne mutlu bizlere… Şefik Abim, halen dağlarda ve sağlığı yerinde… Teşekkürler…

  6. Hülya dedi ki:

    Tansel’cim kalemine sağlık…ince Mehmet i okur gibi okudum .Kar leopari beyefendinin hayat hikayesini ne güzel kaleme almışsın,çok hayran kaldım ne mutlu sizlere böyle bir yol arkadasi tanima şerefine nail olmuşsunuz…sağlıklı nice yürüyüşleriniz olsun sağlıklı ömürler nasip etsin..saygıyla..

    1. Tansel Saylı dedi ki:

      Hülya Arkadaşım çok teşekkürler… Allah uzun ömürler versin… Şefik Abimize…

  7. Tansel Saylı dedi ki:

    Beyhan Hanım…. çok teşekkürler… selamlar…