Anadolu16.com

Fındığın gücü ve çayın keyfi

06.09.2021
A+
A-

Karadeniz Bölgesinin çiftçileri çay ve fındık yetiştirsinler diye doğanın mimarları milyonlarca yıldır çaba sarf ediyor:

Önce, tektonik hareketlerle kuruttukları Akdeniz çanağının kuzeyi ile Karadeniz çanağının güneyine, çanaklara paralel birer sıradağ silsilesi ördüler. Ardından beş milyon yıl önce Cebelitark’ı yırtıp Akdeniz çanağını, on bin yıl önce de son buzulları eritip İstanbul’da meydana getirdikleri erozyonla Karadeniz çanağını Hind’in, Atlantik’in tuzlu sularıyla doldurdular. Bu dağ silsilelerinin denize nazır yüzeylerinin birinde envai çeşit yemişin, birinde de ancak fındık ile çayın hayat sürebileceği iklim kuşaklarını oluşturdular.

Konumuz çay ve fındık olduğuna göre, bin bir yemişiyle Torosları geride bırakıp Kuzey Anadolu Dağlarına, en doğru tanımıyla; Doğanın; insanlar yiyip güçlensin diye fındığı, içip keyiflensin diye de çayı bahşettiği Karadeniz Dağlarına gidelim.

Bu dağların batısı ezelden beri dünyanın en kaliteli fındığının anavatanıdır. Neden sonra çaya tavşankanı rengini verenin de bu dağların doğusu olduğu anlaşılacaktır.

İsrail oğulları ile Arap oğullarının öğretilerinde “Nuh Tufanı” dedikleri bir olay vardır. Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Büyük Alimi Yrd. Doç. Dr. Yavuz Örnek Hazretlerinin (a.a.f.v.allah akıl fikir versin) bu olay hakkındaki anlatımına göre, yeryüzünde sular yükselmeye başlayınca Nuh peygamber cep telefonundan herkesi arayarak kendisine iman edenlerin gelip gemisine binmelerini istemiş. Binmeyenler helak olurken, binip de onun ümmeti olmayı kabul edenler kurtulmuş. Böylece ümmeti taşıyan gemi, havada süzülen kanatlı bir kuş misali Ağrı’nın tepesine konuvermiş ve ol sebepten orası da Hz. Nuh’un çocuklarının memleketi oluvermiş.

Doğanın öğrettiklerinden ise şunu anlıyoruz:

On bin yıl önce Karadeniz çanağı su ile dolmaya başladı. İnsanlar can havliyle Karadeniz dağ silsilesinin doruklarına doğru tırmandı. Bir zaman sonra su yatağını buldu, çalkanma bitti ve su, karıncanın da içebileceği kadar duruldu. Suyun önünden dağların batısına kaçanlar bir yandan o suda balık avlarken bir yandan da geldikleri dağların yamaçlarında fındıkla tanıştı. Doğu tarafına kaçanlar ise aynı suda balık avlasalar da daha dik ve verimsiz duran dağlarda karınlarını doyuracak pek bir şey bulamadı.

Aradan on bin yıl geçti. Her iki dağ silsilesini de içine alan bu iki deniz arasındaki topraklar üzerinde yaşayan halk, Ata’sının önderliğinde bir imkansızı başardı; kendisini yok etmeye çalışan emperyalizmi yenerek, fındığı koruyacak ve çayı da bu topraklara getirecek olan cumhuriyet devletini kurdu.

Ordusuna verdiği “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh da bütün vatandır” emriyle vatanı kurtaran Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra da vatanın her karış toprağını nasıl değerlendirebileceğinin derdine düştü ve ülkeyi hem ekonomik hem sosyal alanda bir bütünsellik içinde kalkındırmayı milletiyle beraber başardı.

Doğu Karadeniz coğrafyası, insanını besleyecek bir ekonomiden yoksundu. Osmanlı döneminde insanlar Rusya’ya gidip inşaat, fırıncılık vb. işlerde çalışarak geçimlerini sağlıyordu. 1917 Ekim Devrimiyle Rusya’nın kapıları Karadenizlilere kapanınca bölgede ciddi bir ekonomik ve sosyal buhran başladı. İmdadına Atatürk yetişti.

1924’te “407 Sayılı Fındık, Portakal, Limon, Mandalina ve Çay Yetiştirilmesi Hakkında Kanun” çıkarıldı. Atatürk’ün isteğiyle büyük yurtsever ve mücadele adamı ziraat mühendisi Zihni Derin bu kanunu sahada uygulamak üzere Rize’ye gönderildi. 1937’ye gelindiğinde tüm çalışmalar istenen sonucu verdiğinden, bütün bölgede çay plantasyonlarına geçildi. Ardından çay fabrikaları kuruldu. Bir TEKEL ünitesi olan ÇAYKUR’la birlikte Türkiye artık bir çay üreticisi ülke oldu.

Batı Karadeniz’de işler tıkırında gibi görünse de çiftçi örgütlü değildi. Büyük Önder fındık konusunda da kolları sıvadı. “Fındık başta olmak üzere diğer belli başlı ürünlerimizi ilgilendiren birlikler kurmalıyız” deyip 28 Temmuz 1938’de o hasta haliyle “1. Uluslar Arası Fındık Kongresi”ni topladı. “Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği” (FİSKOBİRLİK) kuruldu.

Hedef, çay ve fındık üreticisinin korunması, tüccara ezdirilmeden desteklenmesi ve her iki üründen de katma değeri yüksek işlenmiş ürünler elde ederek uluslar arası ticarette Türkiye’yi avantajlı kılmaktı.

Türkiye, Atatürk döneminde belli başlı tarım ürünlerini satması karşılığında ekonomide, sanayide ve teknolojide kendisini çok ileri düzeylere taşıyacak kırkın üzerinde ağır sanayi fabrikasını kurdu. Bu stratejik ürünlerden biri de fındıktı. Zira fındık, insan beslenmesinde olduğu kadar ülke ekonomisinde de çok büyük bir yere ve öneme sahiptir.

Çay ise keyif verici sosyal bir içecektir. Karnı tok, sırtı pek, kimseye muhtaç olmadan, onuruyla ve mutlu yaşamak arzusundaki Türk milletinin, tıpkı kahvenin olduğu gibi çayın da kültürünü oluşturarak zaten zengin olan hayatına farklı bir anlam katmasından daha doğal ne olabilirdi ki? Çayın, ülkemizin ekonomik ve sosyal hayatındaki yeri ve önemi de tıpkı fındığınki gibidir.

Ancak Demokrat Partinin iktidara geldiği 1950’den itibaren hayvancılıkla birlikte fındık tarımı da tu kaka edildi. İlkokullarda, ıslah edilmekte olan yerli ineklerimizin sütü ile katma değer kazandırılmaya çalışılan fındığımız varken, Amerika’dan ithal edilen süt tozu ile fındık tükettirildi çocuklarımıza. Buradaki amacın, “Türk çocuklarının Yerli Malı Haftasını içselleştirmelerinin önüne geçip, onları yerli ürünleri tüketme alışkanlığından vazgeçirmek” olan kısmını biliyoruz. Ancak o sürede “Türk çocuklarının DNA’na olumsuz yönden etki edecek bir şeyin, o süt tozunun ve fındığın içeriğinde olup olmadığı” kısmını ise bilmiyoruz!

Neticede fındık ve çay tarımının kurumlarıyla birlikte yaratıcısı Cumhuriyettir. Dolayısıyla emperyalizmin işbirlikçisi Demokrat Partinin bugünkü varyantı AKP’nin hedefinde de laik ve demokratik Cumhuriyeti yıkmak olduğuna göre, onun, fındığı ve çayı da kurumlarıyla birlikte bitirme çabasının anlaşılmayacak hiçbir tarafı yoktur.

Üretici, 2021 fındık taban fiyatının en az 35 TL olmasını bekliyordu. Çiftçi örgütleri ile muhalefet partileri de aynı rakamı talep etti. İktidara mensup az sayıdaki milletvekiliyse hiç olmazsa 30 TL olması için çaba gösterdi. Ancak Cumhurbaşkanı, bırakın üreticinin kar marjını maliyetlerini dahi hesaba katmadan “27 TL’yi verdim gitti” deyip üreticinin canına okudu.

Münasebetsizliğin münasebetsizliği:

Tarım Bakanlığı rekolteyi 650 bin ton olarak açıklarken, İstanbul Fındık Mamulleri İhracatçıları Birliği hiç üzerine vazife değilken taban fiyatını düşürmek için kafadan rekoltenin 815 bin ton olduğunu buyuruyor. Bunun üzerine Tarım Bakanlığı, talimat almışçasına önceki açıklamasından vazgeçiyor, yeniden inceleme yapacağını, yeniden belirleyeceği rekolteyi tarih belirtip tekrardan açıklayacağını söyleyerek İFMİB’nin münasebetsizliğine kendince bir münasebetsizlikle karşılık veriyor.

Nasılsa AKP iktidarı Türkiye Cumhuriyetini devlet olmaktan çıkarıp anonim şirkete dönüştürmüş durumda. O zaman “Herkes fındık ve çay üreticisini sömürecek her türlü münasebetsizliği yapma hakkına sahiptir” mi demeliyiz?

Çayda, ortak beklenti 4.65 TL iken burada da Cumhurbaşkanı üreticinin boynunu bükecek “3.87 TL” açıklamasında bulundu. AKP’nin işlevsiz bıraktığı FİSKOBİRLİK ile ÇAYKUR yaşananlara arkasını döndüğü için yandaş tüccara gün doğdu böylece; fındığı 25, çayı da 2,80’ TL’den toplamaya başladı. Bundan daha düşük fiyata alması da ihtimal dahilindedir. Sebebi; fındık ve çay üreticisinin pazarlık gücünün olmayışı, yani sahipsiz, örgütsüz ve kaderiyle baş başa bırakılmış olması!

Bunlardan beteri de mi var yani?

Elbette, hem de ne beteri! Türkiye dünya fındığının yüzde yetmiş beşini tek başına üretiyor. 2021’in rekoltesi 650 bin ton olarak düşünüldüğünde demek ki fındık üreticisinin eline bu yıl bilemedin 2 milyar dolar geçecek. Ama birkaç İtalyan, İsviçre firmasının hammadde olarak aldıkları ve işleyerek yüzlerce mamul maddeye dönüştürdükleri Türk fındığından kaç on milyar dolar para kazandığını düşünebiliyor musunuz?

Çaya gelince; ÇAYKUR 2017 yılında Varlık Fonuna devredilene kadar kârdaydı. Ondan sonra her yıl inanılmaz ölçüde zarar etmeye başladı. Çay üreticisi de hiç olmadığı kadar perişan durumda. Hal böyleyken, ÇAYKUR’un Cumhuriyetin birçok ekonomik kuruluşu gibi Varlık Fonu üzerinden buharlaştırılmaya çalışılmasına seyirci mi kalacağız?

O zaman çay ve fındık hakkındaki bu maniki hallerin nedenlerini sorgulamak zorundayız:

Dünyanın en çok çay tüketen ülkesi Türkiye ise nasıl oluyor da hem çay üreticisi hem de ÇAYKUR zarar ediyor?

Ürün borsaları üretim ekonomilerinin vazgeçilmez unsuru haline gelmiş ise nasıl oluyor da dünya fındık borsası dünya fındığının yüzde yetmiş beşini üreten Türkiye’nin Ordu veya Giresun illerinde değil de neredeyse hiç fındık üretmeyen Almanya’nın Hamburg şehrinde kurulu?

1938’de kendi fındık üreticisini örgütlemek, fındık kooperatiflerini ve birliğini ayrıca fındığa katma değer kazandıracak tesisleri kurmak amacıyla dünyada ilk kez uluslararası fındık kongresini toplayan Türkiye’de, nasıl oluyor da fındık hala bir hammadde olarak ihraç edilmektedir de neden ülke içinde mamul maddelere dönüştürülemiyor?

Ondan mıdır; On bin yıl önce Alplerin, Ön Asya’nın buzlu şelalelerinden su içenlerin, bugün deve sidiği içmeye heveslenip entari giyerek, Doğu Karadeniz kentlerinin işlek caddelerinde, laik Cumhuriyete muhalefet diye, Arabistan çöllerindeki kervanların peşinden giden, insana, sadece siluetleriyle benzeyen bedevi kafileleri oluşturarak nümayişe geçmeleri?

Ondan mıdır; Karadeniz Bölgesinde derelerin esir alınmasından, baştanbaşa maden sahası olarak ruhsatlandırılmasından, yanlış tarım uygulamalarından, yaylalarına varana kadar imara açılmasından, gelişigüzel ağaç kesimlerinden dolayı bölgenin heyelanlara ve sel baskınlarına maruz kalması?

Kayıp bir kıta gibi dünyadan soyutlanmış Karadeniz bölgesinin insanları, on bin yıldır kendi yerinde ekmeğini kazanıp kendi evinde huzur içinde yemeyi bekliyordu. Atatürk bütün yurttakileri olduğu gibi onları da yüz yıl önce kurtardı bu unutulmuşluktan, bu yalnızlıktan. Ülkesine ve milletine sevdalı ziraat mühendisini gönderdi imdadına. Zihni Derin tek başına, imkansızlıklar içinde ve o günün koşullarında çözümleyici ve yaratıcı fikirleriyle topografyayı, toprağı, iklimi ve tüm doğa koşullarını dikkate alarak koskoca bölgeyi o insanların karadaki ekmek teknesi olan cennet gibi bir çay bahçesine dönüştürdü.

Bugün Tarım Bakanı, “Fındık ağacı köklerinin toprağı tutmakta yetersiz kaldığı”, Cumhurbaşkanı da “Çayda kullanılan azot gübresi toprağı yumuşattığı için” bölgede sel felaketlerinin yaşandığını buyuruyor. Tarım, hayvancılık, çevre, şehircilik ve daha birçok alanda, bilimin ve teknolojinin geliştiği bugünün koşullarında bölgede çalışan binlerce mühendis de bu temelsiz buyurganlıklara isyan edeceğine, “Âmin diyor, serenat ediyor”. Gel de ölme!

Bununla kalınsa iyi! Sn. Cumhurbaşkanı, Doğu Anadolu’da “Evimize ekmek götüremiyoruz”, Akdeniz’de “Evimiz, hayvanımız, harmanımız, ormanımız yandı kül oldu” diyenlere olduğu gibi Karadeniz’de de kendisine “Canımız, hayvanımız, evimiz sele gitti, heyelanın altında kaldı, maden ocağı canımıza yetti” diyenlere; yani açlara, canı ve yüreği yananlara “Al şu keyif çayından iç” deyip iki yüz gramlık çay paketlerini kafalarına kafalarına fırlatarak karşılık veriyor.

Anlaşılan o ki gerçek felaket, Türkiye’nin başındaki AKP iktidarının bizatihi kendisidir. Onun iktidarı ve politikaları sürdükçe, bakteri gibi çoğalan Suriyeliler, Afganlar, Araplar, Afrikalılar, bilumum sığınmacı popülasyonu Karadeniz bölgesine de sirayet ederek maden ocaklarına, HES’lere, heyelanlara, sellere omuz verecek.

Ve bir gün gelecek bir karış düz yeri olmayan Karadeniz bölgesinde ne fındık ne çay kalacak. Erozyonun, içinde doğal ve tarımsal hayatı barındıran toprağı silip süpürmesi sonucu Karadeniz’in dağları bir çıyan bir de kertenkelenin yaşayabileceği çırılçıplak Afganistan dağlarına dönecek.

İşte o gün bütün Türkiye, kendine ait şapkayla değiştiği Arap-Yahudi takkesini önüne koyup düşünecek: Fındığın ve çayın bereketinin, FİSKOBİRLİK’in ve ÇAYKUR’un kudretinin insanlık tarihinin bir müktesebatı olan Türkiye Cumhuriyetinin faziletlerinden geldiğini, o faziletleri hayatından çıkardığı için bu zebun hale düştüğünü, dünya kadar çay paketi fırlatılsa da kafasına hiçbir kerametinin olmadığını, kendisini güçlü kılan fındığı yok ise çaydan da hiçbir keyif alamayacağını o gün anlayacak. Pişman olsa da hiçbir şey fayda etmeyecek çünkü iş işten geçmiş olacak o gün.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.