Anadolu16.com

DERYA BAHİR

28.07.2021
A+
A-

Nereden başlayacağımı bilememekle birlikte yine kalemin bahtına sığınarak diyorum ki; uç kalem, zirâ sen konacağın yeri benim seni konduracağım yerden daha iyi bilirsin. Lâkin bu sefer denizin ne olduğunu anlat bana. Anlat ki herkes görsün denizin ne olduğunu. Bilinmeyenleri değil, görünmeyenleri anlat. Bakıp da görmediklerimizi, görüp de söyleyemediklerimizi söyle. Hayâl ettiklerimizin ötesindeki gerçeklerden bahset. Sevdalarımızdan daha ötesini sen bilirsin çünkü. Bak yine serâzad bırakıyorum seni. Elimin sana hükmetmesine izin vermeden çıkabildiğin kadar yükseğe çık ve oradan bak denize. Anlat bize, deniz nedir.

Deniz mi dediniz?

Şu rengini gökyüzünden alan, ruh hali değişken, bazen sükûnetin bazen de önünde durulmaz bir isyanın temsilcisi olan kimi zaman alan, çoğu zaman veren hatta aldığını bile geri veren cömert ama derinliklerini kıskançlıkla saklayan eli sıkı, dili sıkı yüreği sıkı, su kütlesinden mi bahsedeyim? Köpürdüğü vakit bir kısrak başını andıran beyazlığın hayatları nasıl kararttığından ya da nasıl birçok insana hayat olduğundan mı yoksa istilacı kimliğinden mi nasıl yardım ve yataklık ettiğinden mi bahsedeyim? İnsanların ruh hallerine göre baktıkları denizlerin, kimliğinin ötesinde bir kimlikle insanlara nasıl hükmettiğinden, Poseidon denilen şaklabanın denizin azametinden faydalanarak kendini nasıl tanrı ilan ettiğinden mi söz edeyim? Yazılan destanların anlatılan efsanelerin ilham kaynağı olan denizden mi yoksa şairlerin ilham kaynağı olan denizden mi dem vurayım? Şimdi sen seç ben söyleyeyim sen kalbini dinle ben dile getireyim. Ha unutmadan son bir fasıl daha açayım istersen onu da sor. Deniz bir başkaldırının da sembolüdür, köpürmeden ve herhangi bir rüzgardan ilham almadan yüreğinde kopan fırtınaları bir urganın ilmeğine emanet ederek sonlandıran bir başkaldırının başrol oyuncusudur.

Gökyüzü? Ne alaka diyesim var ama korkuyorum da…

Evet deniz gökyüzünden alır rengini. Birbirlerine her ne kadar uzak görünseler de kardeştir gökyüzü ile deniz. Hem de birbirlerine daha yakın görünen kardeşlerden daha kardeş. Bir karında yatmalarına gerek duymadan yolları ufuklarda kesişen iki kadim dost gibi düşün. Gökyüzü ne zaman mavi ise deniz de mavi gökyüzü, ne zaman siyah ise gökyüzü de siyah. Gökyüzü ne zaman açarsa insanın içini deniz de insana o kadar açar içini. Gökyüzü ne zaman eser gürlerse deniz de o zaman haykırır isyanını. Gökyüzünün hışmından kaçanın denize sığınma ihtimali yoktur yani. Hem sadece gökyüzü ile renktaş olması değildir tek özelliği. Deniz gökyüzü ile gönüldaştır da. Şu etrafında gördüğün her ne varsa biraz denizdir. Ama deniz yalnızca kendisidir.

Kimi zaman alan çoğu zaman veren hatta aldığını bile geri veren cömert ama derinliklerini kıskançlıkla saklayan eli sıkı dili sıkı yüreği sıkı su kütlesi?

İlk önce cömertliğinden söz edeyim; Evet cömerttir deniz ama bir o kadar da kindar. Düşünsene bütün medeniyetler su kıyısında olgunlaşmış, hüküm sürmüş ve hükümlerini devam ettirebilmek için savaşmış. Su ne kadar hayatsa deniz de o hayatın sefası olmuş. Ayağı suya eren herkes mutlu olmuş. Ayağının suya ermesi yetmemiş insanoğlu için. Denizin bir hazine olduğunu keşfetmek yerine batıklarda define peşine düşmeyi tercih etmiş. Denizin kendilerine verdikleriyle yetinmemiş hiçbir zaman. Buna rağmen deniz her dönem açmış hazinesini insanlara. İnci vermiş, mercan vermiş, âdemoğlunun geçimini sağlayabilmesi için adem olmayı göze almış. Buna karşı insanoğlu yapmış yine yapacağını. Yemiş, içmiş bağını sormamış bir de yetmezmiş gibi eline avucuna geçen ne varsa boşaltmış denize. Düşünsene kanalizasyonlarını, fabrika atıklarını döşedikleri sistemlerle denize zerk etmişler. Bir de utanmadan denize karşı olan vefasızlıklarını, duygusuzluklarını ve vurdumduymazlıklarını atasözlerine nakşetmişler. Neymiş efendim; devlet malı deniz, yemeyen keriz. Deniz bu kadar bedava yani insanoğlunun gözünde. Bol ya, dünyanın dörtte üçü su ya. Şimdi peki niye muhtaçsınız suya? Denizin de bir hesabı var elbet. Kindardır demiştim ya. Deniz de etrafındaki mineralleri eritip katmış suyuna. Bir güzel bozmuş suyunun tadını, insanoğluna bu kadar paspas olduğum yeter dermişcesine. Elinizdekinin kıymetini bilin içilebilecek kadar suyunuz varken gövdesi su olan denize ihanet etmeyin. Çünkü deniz alır intikamını. Nitekim de almış zaman zaman. Yıkmış yuvaları. Bazen bir balıkçı teknesini batırmış, bazen bir kuru yük gemisini karaya oturtmuş bazen de bilmem kaç yolcusuyla birlikte mezar etmiş yatları insanlara. Mal vermiş ama can almış, medeniyet bahşetmiş ama kimseye yâr olmamış. Kızgınlığı geçtikten sonra da geri vermiş kurbanlarını ibret-i âlem olsun diye. Kendi lisanıyla uyarmış insanoğlunu ama dinleyen kim? Görmüyor musun hâlâ aynı vurdumduymaz tavır. Denize karşı bu kayıtsızlığınız nedir anlamak mümkün değil. Kafanızı kaldırmışsınız gökyüzüne burnunuzun önüne bakmaya tenezzül etmiyorsunuz. Yahu bu burnu havada tavır nedir? Azıcık eğseniz boynunuzu denizi göreceksiniz ama neyse. Halbuki o kadar çok şey var ki denizin size söylemek istediği. Deniz zor bir güzeldir. Öyle hemen açıvermez size kendini, kollarınıza öyle kolay kolay teslim edivermez. Tevazu ister sizden, alçakgönüllülük ve vefâ ister. Tabiî birazcık da ilgi, her güzel gibi. Sen karşındakine deniz gözlüm diyeceksin, bir kez bile denizin gözüne bakmayacaksın ondan sonra da denizler benim olsun diyeceksin. Deniz gözlün gidecek başka deniz gözlüler arayacaksın ve denizi hiç umursamayacaksın. Senin bu haline karşı deniz elini, dilini ve yüreğini sıkı tutmasın da ne yapsın?

İstilacılık ve yardım yataklık meselesi nedir?

Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür der Muallim Naci.

Hatırlatayım; Tanrı bile batıramaz diyerek denize indirilen Titanik’i düşünelim. Hani ilk seferinde denizin dibini boylayan Titanik. Buzdağına çarparak batmıştı ama buzdağının görünmeyen kısmına. Peki buzdağının görünmeyen kısmına kimin yardım ettiğini, buzdağını kimin gizlediğini hiç düşündük mü? Denizin yardım ve yataklığı olmadan buzdağının gizlenmesi mümkün mü? Ya da Bandırma Vapuru’nun o tarih değiştiren seferini hatırlatayım. İngiliz hücum botlarının Bandırma Vapuru’na yetişmesini engelleyen Karadeniz’in hırçınlığından başka ne olabilir? (Buna yardım diyelim ama.) İstila kısmına gelelim. Yeryüzü şekillerimizin adlandırılmasında dikkat edilen hususlardan biridir deniz hakimiyeti. Bu da denizin hükmetmeyi sevdiğini bize gösterir. En basitinden dört tarafı deniz tarafından kuşatılmış kara parçasına ada diyoruz. Sonra da soruyoruz; ‘ıssız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey nedir’ diye. O adayı mahrumiyet bölgesine çeviren denizin yardımı engelleyen istilacılığı ve o kara parçası üzerinde başkalarının hakimiyetini engelleyen feodal duruşudur. Feodalitenin kaynağı da baskı, diz çöktürme ve mala çökmedir. Kara parçasının bir tarafının deniz tarafından boş bırakılması o parçanın yarımada olmasına sebep olur ki mantık olarak dördün yarısının iki olması gerekir ancak burada yine denizin hakimiyetinin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Denizin matematiğinde dördün yarısı iki değil, üç olarak karşımıza çıkıyor. Anlayacağın deniz matematiği bile allak bullak etmiş ve siz dört tarafı denizle çevrili kara parçasına ada derken; iki tarafı değil, üç tarafı denizle çevrili kara parçasına yarımada demişsiniz. Sizin zihninizi bile istila eden ve matematiğinizden sizi vazgeçiren bir istilacıyla karşı karşıyasınız.

Poseidon dedin, mitolojide deniz tanrısı değil mi? Şaklabanlık nerden çıktı? Evet, Poseidon. Şu gemilerin denize indirilirken gemi gövdelerinde şişelerin kırılmasına sebep olan ayyaş. Hangi kafayla tanrılık yapacaksa. Bana bak dünya bir aldatmacadan ibaret. Kim hangi köşe başına önce oturmuşsa orası onun adıyla anılır. Poseidon da öyle. Durumdan vazife çıkarmış kendine. Eline geçen fırsatı iyi değerlendirmiş olacak ki adından söz ediyoruz. O elini sallasan tanrıya çarpacak mitolojinin ve politeist literatürün kahramanlarından sadece biri Poseidon. Ama şuna dikkatini çekeyim aynı literatür içinde Zeus, Hades, Hephaistos, Ares, Hermes, Dionisos, Artemis, Afrodit, Athena, Hera, Apollon gibi bir sürü tanrı var. Kültürel birikime bir şey demeyeceğim ama günümüzde insanlar bir tek tanrı fikri ile barışamayıp tanrısızlığı yol olarak seçerken bu kadar tanrı ile kim uğraşır? Hele bir de düşünsene yaptığın bir işin tanrısını karıştırdığını. Mesela Poseidon yerine denizde Zeus’a yalvardığını. Zeus’un sekreteri sana cevap veriyor; ‘Aradığınız tanrıya şu an ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyin’ diye. Sadece Poseidon için geçerli değil bu şaklabanlık, diğerleri için de geçerli. Meselemiz deniz olduğu için ben Poseidon’u günah keçisi yaptım ama durum bu. İnsanların her devirde inanma ve güvenme ile ilgili zaaflarından faydalanan insanlara ya da metalara şaklaban demekten başka şansım yok. O devirde Poseidon ve Zeus olan bu dönemde karşınıza “izm”lerle çıkmış ve sizi sizden ayırmış haberiniz yok.

Gelelim bu meselede denizin payı nedir?

Deniz kendi başına insanları korkutmaya yetecek kadar güçlüdür zaten yapısı icabı. Dünya üzerinde yaratılmış her şeyin kendine has bir azameti vardır ki deniz belki de bunların en azametlilerinden biridir. Hiç vazgeçen dalga gördün mü? Gider kayaya atar kafayı sonra bir miktar geri çekilir, gücünü kudretini toplar ve yeniden saldırır kayaya, en nihayetinde belki yıllar içinde kaya vazgeçer mücadeleden ve yıkılır ya da aşınıp kaybolur. Deniz kararlıdır, azimlidir; tuttuğunu koparır, kopardığını da yutar. Yutar demişken birkaç hadise geldi aklıma, değinmeden geçemeyeceğim. Hz. Musa (a.s)’yı ve yanındakileri yutmayan Kızıldeniz, Firavun ve yanındakilerin boğazına çöker. Tarık bin Ziyad’ın çıktığı seferden geriye dönmemekteki kararlılığını göstermek için Cebelitarık’ta donanmasını yakmasına “Gemileri yakmak” deyiminin ortaya çıkmasına sebep olan asıl zorlayıcı unsur denizdir. Otranto Seferi’nde zaman kaybedilmesini ve kadırgalarda yiyecek içecek kalmadığı için seferin başarısız olmasını sağlayan belki de Osmanlı’ya Avrupa’nın kapılarını kapatan ve Gedik Ahmet Paşa’nın kellesini aldırtan denizdir. Yani deniz kendi yaratıcısından başka müstakil bir yaratıcıya ihtiyaç duymayacak kadar kudretlidir. Bunun için de Poseidon şaklabandır.

Efsanelerin ve şairlerin ilham kaynağı olan deniz hakkında ufak tefek bir bilgim var ama yine de senden dinlemek güzel olacak galiba. Biraz biliyorsan yeter. Fazla dalarsan boğulursun, denizden söz ediyoruz. Deniz ilham kaynağıdır ama dedim ya bakmasını bilene. Denizkızı efsaneleri gelir en başta. Sonra denizcilerin her limanda bir sevgilisinin olması hikayeleri. Gerçekten seven ise ilham için denizi bahane eder sevdiğine sevdiğini söyleyememişse. Yani kurban etmiştir yüreğine. Sonrası malum. Efsane de, şiir de ilham da, deniz de bakana göre değildir. Görene göredir. Gelelim son kısma… Sen sormadan ben söyleyeyim o vakit. O denizin en insanî halidir. İsmimle müsemma olsun ancak ben de insanların gözü ile şu dünyayı bir izleyeyim demiş deniz. Gezmiş, dolaşmış ve karar kılmış nerde duracağına. Kendisine en çok benzeyenin gözünden bakmaya karar vermiş ve kendini kocaman bir kardeş kavgasının tam orta yerinde buluvermiş. Hayat kavgasının canları hiçe saydığı dönemlermiş. Ne için olduğu bilinmeyen kavgaları fail-i meçhuller izlemiş. Tetiğe basan aynı parmak hangi yönü işaret etmişse namlu oraya doğrultulmuş ve maalesef kan gövdeyi götürmüş.

Bu arada deniz, bu karmaşanın içinde sonunun ne olacağını bilmeden daha doğrusu düşünmeden savunurken bulmuş kendini mahkeme salonlarında. Hakime önceden salık verilen hükümle kırılmış kalemi denizin. Sonra bir ilmeğin boynuna geçirildiğini ve ayağının altındaki sehpanın çekildiğine şahit olmuş. Bir Deniz çaresiz boşluğu tekmeleyip sonra milyonların gönlünde filiz filiz açan bir fidan olurken diğer deniz bu dünyanın insan olarak yaşanamayacak bir yer olduğuna karar vermiş ve yuvasına dönmüş. O zamandan beridir deniz denildiğinde birilerinin genzinde küflü bir tat burunlarının direklerinde onulmaz bir acı vardır yani deniz bir nevi ağıttır. Desene bundan sonra her ufka baktığımızda ya da deniz kıyısına her gidip mehtabı izlemeye koyulduğumuzda ufukta ya da mehtapta boylu boyunca uzanan bir darağacı göreceğiz. Beni serbest bırakan sendin, verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilemek isterdim ama yapmayacağım. Çünkü özgür bıraktığın her ânın ve her mekânın bir bedeli vardır. Benim özgürlüğümün bedeli de bu.

Sohbetin için teşekkür ederim.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
18 Ekim 2022
3 Eylül 2021
18 Nisan 2022
4 Şubat 2023
7 Mayıs 2022
9 Kasım 2022
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.