Anadolu16.com

Atatürk ve Cedit Hareketi

26.08.2021
A+
A-

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk, kuruluş yılları öncesi ve sonrasında tüm siyasal gelişmeleri izleyerek hareket etmiştir. Bu doğrultuda Avrupa ülkelerinde meydana gelen yeni olayları izlediği kadar, Osmanlı sınırları içerisinde gündeme gelen siyasal gelişmeler ile birlikte eğitim, kültür ve bilim alanlarındaki gelişmeleri de zamanında takip ederek bunlardan çıkardığı sonuç ve yansımaları  etkileri ile birlikte, Türkiye merkezli bir bütünlük içerisinde değerlendirmiştir. Dünya jeopolitiğinin tam ortasında kalan bölgede yepyeni bir devlet kurulurken, önce ulusal kurtuluş savaşı veren ve daha sonraki aşamada bunu başararak çağdaş bir cumhuriyet devleti kuran kurucu kadro, o dönemin koşullarında gündeme gelmiş olan  tüm yeniliklerin değerlendirilmesiyle bir sonuca varmaya çalışmıştır. Batı emperyalizmine karşı çıkan Osmanlı aydınlarının oluşturduğu  Yeni Osmanlı hareketi doğrultusunda önce imparatorluk kurtarılmaya çalışılmış ve daha sonra da istenen sonuç elde edilemeyince, bu kez Jön Türk adı altında örgütlenen yeni siyasal hareket, Avrupa ülkeleri üzerinden yaygınlaştırılarak, Avrupa’da Fransız devrimi sonrasında ortaya çıkmış olan milliyetçilik cereyanlarına uyum sağlanmaya çalışılmıştır. Türkçüler imparatorluğun geride kalan merkezi topraklarında Türklerin ulus devletini kurmak üzere yola çıkmışlardır. Böylesine bir süreç içerisinde Avrupa tipi bir ulus devlete ve çağdaş bir cumhuriyet rejimine sahip olmak Türklerin başlıca amacı haline geliyordu. Bu aşamadaki durum değerlendirilirken, eğitim ve kültür alanındaki yeni gelişmelerde inceleniyordu.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklerin önderi konumuna gelen Mustafa Kemal, Balkan kökenli bir siyasal lider olarak hem Avrupa’daki yeni oluşumları, hem de bunların Balkanlar üzerinden eski Osmanlı bölgesine yansımalarını yakından izliyordu. Başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun Avrupa topraklarında bu kıtanın batısında yer alan büyük devletlerin etkileri dikkatle takip edilirken, uluslaşma sürecinde sadece Avrupa ile yetinilmiyor, Fransız devrimi sonrasında öne çıkan milliyetçilik hareketleri sonrasında Asya ve Afrika kıtalarının önde gelen devletlerinde ne gibi yansımaların öne çıktığı da, Türkiye’nin aydın çevreleri ile birlikte ulus devletin kurucu kadrosu tarafından da öne çıkan gelişmeler yakından izlenerek   değerlendirilmeye çalışılıyordu. Anadolu’da çağdaş bir cumhuriyet kurulurken bunlardan nasıl yararlanılabileceği konusunda düşünsel planda tartışmalar ve fikri hazırlıklar yapılmaya çalışılıyordu. Osmanlı’nın Avrupa toprakları işgal edilince, bu tür silahlı bir saldırıya karşı İttihat ve Terakki adı ile yeni bir savunma ve yönetim örgütlenmesine geçiliyordu. Jön Türklerin siyasal, teorik ve kültürel çalışmalarının yetersiz kaldığı bir aşamada ülke işgale uğrarken, kalemle mücadelenin yetersiz kaldığı noktada, Osmanlının genç kuşakları silahlara sarılarak bir ülkesel kurtuluş savaşına yöneliyorlardı. Jön Türklerin yaptıkları çalışmalar ile ulusal mücadele ve direniş için oluşturulan toplumsal ortam, zamanla direnişe uygun bir konuma geldiği aşamada, fikrin yerini siyasal mücadele ve direniş alıyordu. Osmanlı’nın Avrupa kıtasına komşu kısmı olan Balkanlar’a batıdan gelen tüm yansımalar, dalgalar halinde imparatorluk kamuoyunu etkilerken, Fransız devrimindeki devrimci güç olarak ortaya çıkan Jakoben örgütlenmesine paralel bir devrimci atılım, İttihat ve Terakki Cemiyetinin kuruluşu ile birlikte öne çıkıyordu. İmparatorluğun yerine bir milli devlet kurma çabası içinde olan  Kuvay-ı Milliye örgütlenmesi, Jön Türkler aracılığı ile Avrupa’nın düşünce devrimini izlerken, aynı Avrupa’nın askeri saldırılarına karşı da kendini korumak üzere savunma düzeni kurmaya öncelik veriyordu. Türkler uygarlığa yönelirken, aynı zamanda emperyalist saldırı ve işgale karşı da direnişe geçerek önlem alıyorlardı.

Avrupa’daki milliyetçilik cereyanları Türkiye’yi etkilediği gibi aynı zamanda Balkanlar üzerinden Rusya ve Asya ülkelerine de yayılarak bu bölgelerde de benzeri yansımalar yaratıyordu. Özellikle Avusturya ve Macaristan imparatorluğu ile Rus Çarlığı, Avrupa’daki gelişmelerden çok etkilenerek bir iç kavgaya doğru sürüklenmiştir. Özellikle, 1856 yılında Amerikan donanmasının Japonya’ya gelmesi ve Rus imparatorluğuna karşı ABD destekli Japon ordusunun saldırıya geçmesi ile Rus-Japon savaşı çıkmış ve ABD destekli Japonlar bu savaşı kazanarak, Rus Çarlığının yıkılmasını sağlamışlardır. Napolyon’un ve Hitler’in yıkamadığı Rus hegemonyasını ABD destekli Japonlar arkadan saldırarak yıkmışlar ve 1905 yılından sonra Rus devletinin çökertilmesiyle birlikte, kuzey Asya’da uçsuz bucaksız alanlara yayılmış olan Rus toprakları sahipsiz kalmıştır. Rus Çarlığının çöküşü üzerine bu imparatorluğun topraklarında yaşamakta olan bütün etnik ve dini topluluklar, kendilerine ülkenin bazı kısımlarını ayırarak imparatorluk sonrası dönemde yaşadıkları ülkeleri ulus devlet çatısı altında bağımsızlık düzenine kavuşturmak istemişlerdir. Rusya toprakları üzerinde en fazla nüfusa sahip bulunan Türkler ve Müslümanlar bu süreçte diğerlerinden daha hızlı davranarak, Kazan –Kırım-Kafkasya üçgeninde bir Türk devleti kurmak amacıyla yola çıkmışlardır. Jeopolitik konumu nedeniyle dünyanın kuzey bölgesinde yer alan Rusya’nın, güneyden gelen saldırılara karşı kendini koruması ve savunması daha kolay olduğu için Avrupa’dan ya da batı dünyasından yapılan saldırılar başarısız kalmıştır. ABD-Japonya ortaklığındaki saldırı hareketi doğudan ve ülkenin arka kapısından yapıldığı için başarılı sonuca ulaşmış ve böylece beş yüz yıllık Rus devleti arkadan vurularak çökertilmiştir. Rusların geçmişten gelen büyük sosyal ve kültürel yapılanması, Rus devletini kurtaramamış ve batı emperyalizmi Japonya’yı kullanarak Rusya devletini bitirmiştir.

Fransız devrimi dünyada imparatorlukları bitirerek ulus devletlerin önünü açarken, Batıdan gelen rüzgarlar Balkan bölgesindeki küçük ulusal toplulukları kışkırtarak imparatorluğun parçalanmasını sağlamıştır. Silahlı saldırılar öncesinde Jön Türk hareketi Fransa üzerinden örgütlenerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüştürülmesi yolunu açmıştır. Fransa’da eğitilen Türk aydınları ülkelerine dönerek ülkede var olan cumhuriyetçi potansiyel ile birleşince, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sağlanmıştır. Benzeri bir durum Osmanlı devletinin kuzeyinde yer alan Rus çarlığında da öne çıkmış, Avrupa’daki milliyetçilik rüzgarları devleti çökertilmiş olan Rusya’yı da etkilemeye başladığı aşamada, Rus topraklarında yaşayan bütün etnik, kültürel ve dini toplulukların siyasal örgütlenmeye giderek kendi ulus devletlerini kurmak üzere yola çıktıkları tarih kitaplarında anlatılmaktadır. Fransız devrimi Avrupa ülkelerinde yenilikçi hareketleri öne çıkarınca, milliyetçilik ve yenilikçilik rüzgarları Rus topraklarına da girmiş ve bu bölgede yaşayan azınlıkların harekete geçmesine giden yolu açmıştır. Önce Rusya’daki Müslüman topluluklar harekete geçmiş ama daha sonra Rusya Türkleri daha örgütlü bir yapıda öne çıkınca, yenilikçilik Kazan-Kırım-Kafkasya üçgeninde sosyal ve siyasal hareketlere girişen Rusya Türklerini siyasal açıdan da öne çıkarmıştır. Rusya’da başlayan yenilikçi hareketin adı eski Osmanlıca dilinden geldiği biçimde Ceditcilik olarak belirlenmiştir. Yenilikçilik anlamına gelen Ceditçilik hareketi, Rusya’dan dışarıya giderek tıpkı Jön Türklerin Avrupa ülkelerinde tahsil yapmaları gibi gelişmiş ülke eğitimleri alarak ülkelerine geri dönmüşlerdir. Rus Çarlığının çöküşü sırasında yaşanan yenilikçilik hareketleri, zamanla Cedit akımı olarak kamuoyunda etkili olmaya başlamış ve daha sonraki aşamada Rus devriminin oluşması için de elverişli bir ortamın doğması sağlanmıştır. Daha çok Türk asıllı Rus vatandaşlarının etkili olduğu Cedit hareketi, Rusya’da  geleneksel toplum yapısından modern toplum  düzenine geçişi gerçekleştirmiştir. Modernizm yenilikçi hareketler ile Rus toplumuna Avrupa üzerinden girerken, aynı zamanda ulus devlet ve çağdaş cumhuriyet hedeflerini de beraberinde getirerek Rusya’nın tarihin en büyük devrimlerinden birisine sahne olmasını sağlamıştır.

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu batarken, Rusya da çöküş dönemine sürüklenmiş ve her iki ülkede Avrupa üzerinden yenilikçilik öne geçerken, Türkiye ve Rusya iki devrimci oluşumu kendi ülkelerinde yaşamışlardır. Yenilikçilik Rusya’da sosyalist devrime gidişin yolunu açarken, Türkiye’de de yenilikçilik akımı cumhuriyetçilik olarak ortaya çıkarak, ülke ve devletin yapısını değiştirmiştir. Yüzyıllardır geleneksel toplum yapısı altında yaşayan bu iki ülkede geçmişten gelen yenilikçi arayışlar siyasal devrimlerin önünü açarken; eğitim, kültür ve bilimsel alandaki son gelişmelerde Sosyalist ve Kemalist devrimlerin oluşum süreçlerini hızlandırmışlardır. Atatürk üç kıtanın ortasında çağdaşlığa yönelen bir cumhuriyet devletini kurarken, batı uygarlığından gelen bütün yansımaları izleyerek hareket etmiştir. Batı rüzgarları Türkiye’yi olduğu kadar Rusya’yı da benzer bir biçimde etkilerken, yanı başımızdaki bu büyük ülkedeki gelişmelere Türk devletinin kurucu önderi öncelikle ilgi göstermiş ve birbirini izleyen siyasal gelişmeleri daha sonraki aşamada bir bütünlük içerisinde değerlendirerek, Kemalist devlet modelini ortaya koymuştur. Osmanlı’da ikinci meşrutiyet yılları yaşanırken, Rusya’daki Türk topluluğu tüm yenilikçilik arayışlarını Cedit hareketi içinde bütünleştirerek sistematik bir yapılanmaya dönüştürmüştür. Cedit hareketinin Rusya’da etkinliğini artırması ve resmen ortaya çıkması üzerine, Türkiye’deki milliyetçiler ve milli devlet yanlısı gruplar Rusya’daki Cedit hareketi ile yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Türkiye kamuoyunun Rusya’daki gelişmeler ile yakından ilgilenmeye başlaması üzerine de, Ankara’da yeni kurulmakta olan çağdaş cumhuriyetin öncüleri Atatürk’ün önderliğinde Rusya’daki Türkçü girişimler ile birlikte, Türk asıllı aydınların örgütlediği Cedit hareketi ile de yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Türklerin anavatanı olan Rus toprakları üzerinde bir Türk devletinin kurulmak istenmesi  Osmanlı topraklarındaki Türkleri de heyecanlandırmış ve Anadolu toprakları üzerindeki Türk devleti kurulurken, Rusya’daki geçmiş, yeni oluşumlar ve gelecek arayışları Türkiye’yi de yakından ilgilendirdiği için, Atatürk Türkiye’si kuzeydeki gelişmeleri  yakından izlemiştir.

Bölgeye milli devlet rüzgarlarının yansıdığı aşamada ilk Türk devleti girişimleri siyasal olarak Rusya’da öne çıkmış ve bu doğrultuda ilk Türkçülük kongreleri Cedit hareketinin öncülüğünde Rusya kentlerinde toplanmıştır toplanmıştı. İlk olarak Oka ırmağı kenarında yapılan vapur toplantısından sonra Novgrad ve Petersburg kentlerinde üç toplantı daha yapılarak, Kazan-Kırım-Kafkasya üçgeninde bir Türk devleti kurulması için harekete geçilmiştir. Bu toplantıları yakından izleyen Rus emniyeti, toplantılara öncülük yapan ve katılan Türkçü aydınları birer birer tespit ederek ve bunları bölücülük suçu işledikleri gerekçesiyle topluca sınır dışı ederek, Pantürkizm akımının Rusya’yı bölmesini önlemişlerdir. Rusya’dan kapı dışarı atılan ilk Türkçülerin bir kısmı İsviçre ve Almanya’ya yönelirken, diğerleri de İstanbul’a gelerek bu kentte ilk olarak Türk derneği adı altında yeni bir örgütlenmeye yönelmişlerdir. Yeterince adam bularak örgütlenemeyen Türk derneği kapatılırken, bu örgütün yerine önce Türk Yurdu ve daha sonra da Türk Ocakları adı altında Türkçü örgütlenmelere gidilerek, Rusya’da önü kesilen Türk devleti kurma projesi Türk toprakları üzerinde yeniden harekete geçirilmiştir. Rusya’da yapılan Türkçülük kongreleri sonucunda elde edilen siyasal birikim daha sonra Türk toprakları üzerinde kullanılarak, imparatorluk sonrasında kurulacak milli devletin Türk adı ile kurulmasına karar verilmiştir. İşte bu aşamada Türkler anavatanları olan Türkistan’dan kovulurken, emperyalisit saldırılara karşı çıkmış ve geçmişten gelen Türk kimliğinin siyasal bir kurumlaşmaya giderek örgütlenmesinin önü Anadolu toprakları üzerinde açılmıştır. Rusya Türkçüleri ilk Türkçü örgütlenmeleri İstanbul’da Kazanlı Yusuf Akçura önderliğinde oluştururken, ulusal kurtuluşa yönelen Kuvay-ı Milliye hareketi de, Osmanlıcılığın ve İslamcılığın alternatif yaratamadığı bir ülkede üçüncü siyaset tarzı olarak Türkçülük ile devreye giriyordu. Kısa zamanda yirmiden fazla Türk Ocağı şubesinin Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde örgütlenmesiyle Türkçülük Türkiye’de öne çıkıyordu.

Cedit hareketi eğitim ve kültür alanında yeni atılımları ve modernleşme eğilimlerini, Rusya gibi doğu da kalmış bir ülkede devreye sokarak, bir anlamda ülkede çağdaşlaşma yaratmaya doğru adım atarken, kısa zamanda sosyal alandaki yeniliklerin hızla siyasal alana da kaydığı ve bu doğrultuda yenilik tartışmalarının ulus devlet ve cumhuriyet konularına doğru kaydığı görülmüştür. Benzeri bir durum Türkiye’de de Rusya’ya paralel biçimde öne çıktığı için, Türk ulusalcıları ile Rusya Türkçüleri arasında birbirine yakın bir atmosfer doğmuştur. Atatürk daha Ankara’da yeni devlet kurulmadan önce bazı Kafkas kökenli siyasetçileri ya da Rusya göçmeni Türk vatandaşlarını Rusya’ya göndererek, bu ülkedeki Cedit hareketi ile yakından ilgilenmiştir. Rusya’dan kovulan Türkçülük önderlerinin destek ve yardımları ile Türkiye ve Rusya Türkçüleri arasında dayanışma geliştirilmiştir. Atatürk de bunun üzerine ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında nerede bir Türk Ocağı şubesi varsa oraya giderek, o çatı altında Türkiye vatandaşlarının Türkleşmesi ve kısa zamanda Türk kimliği çatısı altında birleşerek emperyalizme karşı çıkması doğrultusunda söylevler vererek, ulusal kurtuluş mücadelesinin Türk ulusal kurtuluş savaşına dönüşmesinde etkin olmaya çalışmıştır. Anadolu ve Trakya topraklarında yeni bir Türk devleti kurulurken, kuzeyden gelen Türkçülük birikiminin ve bunu örgütleyen Cedit hareketinin önemli rolü olmuştur. Çökmüş olan Rus Çarlığı kendini kurtaramazken, Rusya’da kurulamayan Türk devleti bu ülkeden kovulan Türkçülerin öncülüğünde, Türkiye’de kurulmuştur. Böylece dağınık bir yaşam alanında bölünmüş bir durumda var olma savaşı veren Türklerin ilk ulus devletleri, Birinci Dünya savaşı sonrasında Anadolu toprakları üzerinde bağımsızlık kazanabilmiştir.

İlk dünya savaşı sonrasında Avrupa’nın doğusunda yer alan üç imparatorluk çökertilirken, Türkiye üzerinden ulus devlet modeli bu bölgeye getirilmiştir. Rusya’da bir ideolojik devrim yapıldığı için Cedit hareketinin önü kesilmiş, Ceditciler ile Türkçüler Stalin diktatörlüğünün vahşeti ile ölüme mahkûm edilmişlerdir. Ceditcilerin başlattığı yenilikçilik hareketleri hem Rusya’da, hem de Türkiye’de yeni siyasal rejimlere doğru geçişin ana nedeni olmuştu. Rusya’dan kovulan ya da göç eden bazı bilim adamları, sanatçılar, yazarlar ve siyaset adamları, Türk vatandaşlığına kabul edilerek yeni Türk devletinin birçok kurumunda ya da makamlarında çalıştırılmışlar ve yeni kurulan ulus devletin Türkleştirilmesinde bunların geçmişten gelen birikimlerinin Türkiye’ye katkı getirmesine çalışılmıştır. Rusya’daki Türkçülüğün öncülerinden ve Türk Ocaklarının kurucu başkanı olarak hizmet eden Yusuf Akçura, Atatürk’ün baş danışmanı olarak, Türk dünyasının bütün birikimini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderine sunmuştur. Ankara’da yeni devletin kuruluşu sırasında Ankara’da açılan ilk fakülteler olan Ankara Hukuk Fakültesi ile Dil-Tarih ve Coğrafya fakültelerinin kurulmasında öncülük yapmış ve daha sonra Türk Tarih Kurumu’nun kurucu başkanlığı ile Türk Dil Kurumu’nun kurucu üyelikleri gibi görevleri de devletin kuruluşu aşamasında, Atatürk’ün yanında yerine getirmiştir. Yeni Türk devletinin tarih ve kültür alanındaki bakış açılarının ve siyasetlerinin belirlenmesinde Akçura’nın kurucu önder Atatürk’e büyük yardımları olmuş ve böylece tarihten gelen birikimin öne çıkarılarak zorlukların aşılmasında önemli katkılar sağlamıştır. Kuruluş sonrası dönemde de Ankara’daki devlet yapılanması genişletilirken, Rusya’dan gelen Türkçü ve Ceditçilere öncelik verilerek, kısa bir zaman içinde Anadolu halkının hızla Türkleşmesinin ve bir ulus olarak tarih sahnesine çıkmasının öncülüğü gene Cedit hareketinden gelen yansımalar doğrultusunda, Rusya göçmeni Türkler sayesinde elde edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde Zeki Velidi Togan, Sadri Maksudi Arsal, Yavuz Abadan, Hüseyinzade Ali Bey ve Ahmet Ağaoğlu gibi Kırım, Türkistan ve Kafkas kökenli öğretim üyeleri Türkçülük birikimleri ile Türk üniversitelerinin kuruluşuna öncülük etmişlerdir. Atatürk çağdaş bir cumhuriyet kurarken, aynı zamanda Türk Ocaklarının destekleri ile çok kısa bir sürede yepyeni bir ulus devleti Türk kimliği ile kurarak, Türklerin tarih sahnesinde öne geçmesini sağlamıştır.

Atatürk, sadece ulus devleti kurarken ya da siyasal sistemi oluştururken Ceditcilikten yararlanmamış, aynı doğrultuda eğitim ve kültürel alanda da yeni yapılanmalarla geleneksel toplum yapısını değiştiren önemli yeniliklere öne çıkarmıştır. Ceditcilik, imparatorluk sonrasında Rusya’nın geleceğinin belirlenmesi sırasında dışlanmış ama yeni Türkiye’nin kuruluşu sırasında Türk Yurdu ve Türk Ocakları üzerinden yeni Türkiye’nin yapılanmasında son derece etkin bir biçimde kullanılmıştır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer alan cumhuriyetin temel ilkeleri ya da Atatürk ilkeleri adı verilen ilke ve görüşlerin temelinde de Cedit hareketinin etkinliği öne çıkmaktadır. Jön Türk hareketi ile birlikte Cedit hareketinin de Rusya göçmeni Türkçüler aracılığı ile devreye girmesi sayesinde yeni Türkiye’nin daha güçlü bir modernleşme atılımı içinde, dünya sahnesine çıkışı sağlanmıştır. Gerçek Türk birikiminin hızla Türkiye’ye aktarılmasında, Ceditcilerin katkılarının son derece olumlu dayanaklar sağladığı görülmektedir. Türkiye’de ulusal kurtuluş savaşı başlatılırken kurucu önder Atatürk’ün yanında yer alan önemli askeri ve sivil kadroların içinde Kafkasya ve Kuzey bölgelerinden gelen Türkçülerin önde gelen bir yere sahip oldukları ve bunların katkıları ile de Cedit temelli yenilikçi ilklerin yeni devletin çekirdeğinde önemli bir yere sahip olarak cumhuriyetin temel ilkelerinin belirlenmesinde hareket noktası konumunda oldukları anlaşılmaktadır. Dünya dengeleri nedeniyle Cedit hareketinin yenilikçiliğinden yararlanamayan Rusya ideolojik imparatorluk döneminden kalma bir gerilik içerisinde bocalarken, Jön Türk arayışları ile birlikte Cedit yenilikçiliğini birlikte değerlendiren Atatürk cumhuriyeti, Ceditciliğin tüm yenilikçi yanlarından yararlanmak şansını elde etmiştir. Bu doğrultuda Atatürk milliyetçiliği olarak adlandırılan siyasi görüş, Türkiye Anayasasının temel ilkelerinden birisi haline gelmiştir.

Ceditciliğin Rusya’daki serüvenine bakıldığı zaman, ülkenin her yerinde başlatılan yenilik arayışlarını ülkenin merkezinde bir araya getirerek güçlü yenilenme atılımları ile batının önde gelen ileri devletleri ile rekabet içinde yarışa girebilmenin hedeflendiği görülmektedir. Ceditcilik, tıpkı Türkiye’deki gibi aydınların Avrupa’ya gitmesi sonrasında ülkenin çeşitli bölgelerinde ortaya çıkmıştır. Halk kitlelerinin modernleşmesinin daha hızlı bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için, Usul-ü Cedit adı altında yeni okulların açılmasıyla birlikte, hareketin toplumsallaşması ve yeni yetişen gençlerin gelenekçi yaşam tarzının baskılarından kurtularak daha özgür bir yaşam düzenine sahip olabilmeleri hedeflenmiştir. Usul-ü Cedit olarak belirlenen yeni metodun geçerlilik kazandığı bu yeni uygulamada, dilde, düşüncede ve işte birlik sloganı ile hareket ediliyor ve tümüyle yepyeni bir toplumsal yapının oluşturulmasına çaba gösteriliyordu. Arapça ve Farsça eğitimleri devre dışı bırakılırken, Orta Asya kökenli Türkçe, eğitimde ana dil olarak benimseniyordu. Ceditcilik Türkçe’yi öne çıkarırken, Rusya Müslümanları arasında yaygın olan Arapça ve Farsça dillerine öncelik veren eski eğitimciler de Usul-ü Kadim adı altında örgütlenerek yenilikçiliğe karşı çıkıyorlardı. Ceditcilik akımı Rusya’da siyasal alana doğru genişlemeye başladığı aşamada, Rus devleti de yenilikçilerin siyasal düzeni değiştirmelerini önleyebilmek için, Usul-ü Kadim adı altında öne çıkan karşıt hareketi destekleyerek, ülke içi dengeleri korumaya çaba gösteriyordu. Azerbaycan bölgesinde dini tarikatların yönlendirmesiyle din adamları açıkça Cedit hareketine karşı çıkıyorlardı. Kazan ve Kırım bölgelerinde yaşayan Türk grupları Ceditcilik hareketini bütünüyle benimseyerek savunurken, Kafkasya bölgesindeki Müslüman Türklerin eski düzenden yana tavır almaları Rusya Türklerini bölerek Türkçülük akımının gücünü kırıyordu. Rus Devleti’nin Türkçü bir devlet yapılanmasını önlemek üzere tarikatlar üzerinden Müslüman kitleleri desteklemesiyle de Türkçülük akımı giderek zayıflatılıyordu. Ceditcilik hareketi bir Türkçü tabana oturmaya hazırlanırken, Rus devleti Müslüman tabanı buna karşı örgütleyerek Cedit akımının önünü kesiyordu. Rusya aynı zamanda Ortodoks klişesini devreye sokarak, diğer Hristıyan vatandaşların da kendi ulus devletlerini kurmalarına engel oluyordu.

Rusya’daki Cedit hareketi incelendiği zaman, bu hareket Batı uygarlığını öne geçiren aydınlanma hareketinin Rusya topraklarına yansıması olarak görülebilir. Geçmişten gelen din ağırlıklı düzenden modernleşme aşamasına gelindiği zaman, eski düzene son verilmesi zorunlu olmuş ve bu yüzden de gelenekçi ve yenilikçi kavgası Rus toplumunun tam ortasına oturtulmuştur. Batı dünyasına daha yakın bir konuma sahip olan Kırım merkezli bir yapılanma Ceditcilerin tercih ettiği bir yaklaşım olarak denenmiş ama uluslararası konjonktürün Rusya’yı dünya savaşlarına sürüklemesi yüzünden böylesine bir adım atılamamıştır. Savaş sürecinde Kırım bölgesinden birçok Rus vatandaşı ülkelerini terk ederek batı ülkelerine göç etmişlerdir. Rusya’dan dışlanan Ceditciler İstanbul’a geldikleri zaman Jön Türklerin önde gelen temsilcileri ile karşılaşmışlar ve onların etkisiyle yenilikçi modern bazı düşünceleri öğrenerek, bunları kendi ülkelerinde uygulayabilmenin yollarını aramışlardır. On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde öne çıkan Ceditcilik, pozitif bilimlerin öğretilmesini esas almış ve bu doğrultuda Usul-ü Cedit okulları açarak dini eğitimden bilimsel eğitime yönelmiştir. İlkokulların bu doğrultuda medreselerden ayrılarak bilimsel eğitime yönelmesi Cedit hareketinin başlıca çalışma konularından birisi olmuştur. Yirminci yüzyılın ilk yıllarında Kazan’da kurulan Cedit okulu ile Türkçe bilimsel eğitim başlatılmıştır. Daha sonraki on yıl içinde beş bin civarında Cedit okulları bütün Rus ülkesinin her bölgesinde açılmıştır. Rus çarlığı Cedit okullarını ihtilal okulları olarak gördüğü için bunları kontrol altında tutabilmek için her yolu denemiştir. Türkçülüğe karşı Rusçuluk yapan toplum kesimleri de Usul-ü Kadim adı altında eski eğitimi yapan okulları desteklemişlerdir. Rusya sosyalist bir devrime doğru sürüklenirken, Rus devleti ve Rusçu akımlar Ceditciliği ihtilalcilik olarak görmüşler ve bu doğrultuda Usul-ü Cedit okullarını kapatarak, bu okullardaki Türkçüleri hapse atmışlardır.

Türkçülük akımına karşı Rusçuluk akımının örgütlenmesi Cedit hareketinin önünü kesince, bu kez Türkçü akımlar ve merkezler daha geniş bir Asya birlikteliğini savunarak, bütünüyle Orta ve Kuzey Asya’yı ana konu olarak içine alan Turancılık akımını öne çıkarmışlardır. Özellikle Avrupa ülkelerinde Rusya’ya karşı geliştirilen arayışlar, bu aşamada Macaristan merkezli bir Turancılık akımına yönelmiştir. Rusya’da giderek zorlanan Türkçülük akımlarının yeni dengelere yönelmesiyle ideolojik devrim ile önü kesilen Rusya Türkçülüğünün yola devam edebilmesi için gereksinme duyulan dış destekler Avrupa’dan sağlanmıştır. Dünya savaşı sonrasında Türkçüler Rusya’da hapishanelere gönderilirken ve topluca kurşuna dizilirken, Avrupa ülkelerinde gündeme getirilen Turancılık akımı ortaya koymuş olduğu daha geniş bir alanda Türkçülüğün önünün açılmasına çeşitli yönlerden katkı sağlamıştır. Atatürk bu aşamada, Sovyetler Birliğini karşısına almadan sorunun çözümüne çalışmış, Sovyetler Birliği ile emperyalizme karşı çıkma konusunda ittifak antlaşmalarına yönelirken, Rusya’dan kovulan Türkçü ve Ceditçi aydınlara, Türkiye’de vatandaşlık statüsü vererek sorunların savaş sonrası dönemde ele alınarak çözüm arayışına devam edilmesi gibi bir yumuşak yaklaşım ile büyük komşu olan ideolojik imparatorluğu karşısına almadan çözebilmenin yollarını aramıştır. Azerbaycan’da yirmi bin Türkçü kurşuna dizilirken; Stalin, Gaspralı İsmail’in mezarının üstüne beton bina yaparak Türkçülüğün öncüsünü yok etmeye çalışırken, Atatürk Türkiye’yi yok etmek isteyen batı emperyalizmine karşı dev komşusu ile dayanışma içinde olmaya dikkat etmiştir. Ceditçi hareketin çeyrek yüzyıllık birikimi ile tam Rusya’da Türk devletinin kurulma aşamasına geldiği noktada, Türkiye’nin yeniden Rusya ile savaşa girerek hareket etmesi, her iki ülkedeki Türkçü hareketlerin yok edilmesine giden yolu açabilirdi. Bu aşamada Atatürk, Türk-Sovyet dostluğu çerçevesinde sorunun büyümesini önleyerek, geleceğe dönük bir proje olarak Türkçülük akımının Turancılık desteğinde barışçı bir çizgide yönlendirilmesine çalışmıştır. Türkçülüğün çok kesin bir savaş getirmesi önlenirken, Cedit hareketinin sosyal ve kültürel içeriği ile barış ortamı korunmuştur.

Atatürk Cumhuriyeti’nin dayandığı temel ilkeler belirlenirken, sosyal ve kültürel alanda bir cumhuriyet devrimi gerçekleştirilirken, yeni kurulmakta olan Türk devletinin modelinin belirlenmesi sırasında Türk dünyasının uyanışına öncülük yapan Cedit hareketi Türkiye’deki aydınlar ve kurucu öncü kadro tarafından yakından izlenerek, Türkiye açısından değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Yeni Rusya’dan dışlanan Türkçülük Anadolu bölgesinde daha farklı bir devlete dönüştürülürken, bir deney yapılıyor ve sorun bir Turan meselesi olarak geleceğe taşınmak isteniyordu. Ortadoks Ruslar ile Müslüman Türkler arasında yirminci yüzyılın başlarında gündeme getirilen siyasal çekişme soğuk savaş döneminde buzdolabına konuluyordu. Siyasal birliğin sağlanamadığı bu Rusya ve Anadolu Türkçüleri arasında, Türkçe tek ortak özellik olarak varlığını koruyordu. Türkçe’nin yoğun olarak kullanılmasıyla Türkiye Türkleri, Rusya Türkleri ve Türk dünyası arasında kurulmuş olan bağlar sosyal ve kültürel açılardan geliştirilirken, Müslüman Türklerin geleneksel yaşamlarında bilimin egemen olduğu dünyevi bir yaşam ve eğitim düzeni oluşturmak amacıyla hazırlıklar yürütülüyordu. Atatürk’ün bizzat başkanlık yaptığı Türk Dil ve Tarih Kurultaylarında Türk dünyası çeşitli açılardan ele alınırken Ceditci kadroların geliştirmiş olduğu Türkçü yaklaşımlar üzerinden, bir fikir ve siyaset birliğine varabilmenin arayışları sürdürülüyordu. Dünya Savaşı sırasında Rusya sınırları içinde ortaya çıkan Alaş Orda, Kolçak ve Basmacı isimleri altında sürdürülen Rusya’dan ayrı bir devlet kurma arayışları, Cedit hareketinin başlatmış olduğu çizgide yirminci yüzyıl boyunca devam ederek bugünlere kadar gelmiştir. Turancılık çizgisinde Türkçülük bir teritoryal projeye dönüştürülünce, Türkiye büyük komşuları İran ve Rusya’yı karşısına almamak üzere daha barışçı bir yol izlemiştir.

Rusya’da Tatar reformculuğunun çağdaş bir düzeye gelmesi için arayışlar örgütlenirken, Tatar asıllı bilim ve düşünce adamlarının öne çıkmasıyla Rusya’daki Türkçülük hareketleri hız kazanmıştır. Bunların dış ülkelere açılmasıyla birlikte Rusya’daki Türkçü arayışlar ilk kez Cedit hareketinin ortaya çıkmasıyla düzenli bir yapılanmaya yönelmişlerdir. Tatar burjuvazisi Kazan kentinde güçlenerek zenginleşirken, batı ülkelerindeki burjuva hareketleri gibi bir ulus devlet arayışı içine girmişlerdir. Rusların Panslavizm politikaları kendi nüfusunu bir Slav ulusu haline dönüştürme girişimlerine karşı, Tatar burjuvazisi de Rusya imparatorluğu sınırları içinde yaşayan ve Türkçe konuşan değişik toplulukları bir Pantürkizm yaklaşımı çerçevesinde  bütünleştirerek, Rus emperyalizmine karşı bölge halklarının direniş inisiyatiflerini güçlendirmeye çalışmıştır. Avrupa ülkelerinde öne çıkan laik devlet ve din dışı düşünce ve yaşam tarzlarının yenilikçilik çizgisinde öne çıkarılmasında Cedit hareketi ilk düzenli hareket olarak Türk dünyasının uyanışını  gerçekleştirmiştir. Rusya’da Çarlığın çöktüğü yıl olan 1905 yılında, Rusya’daki Müslüman Türklerin durumu ile ilgili bir bildiri Tatarlar tarafından hazırlanarak, Rus Çarlığına verilmiştir. Bu bildiriden sonra Rusya’daki Türkçülük çalışmaları daha resmi bir karakter kazanmıştır.

Rusya’daki Cedit hareketi Türkçülüğün önünü açarken ve bu doğrultuda Fransız devrimi çizgisinde bir içerik kazandırırken, Türkiye Cumhuriyeti de sürekli olarak devrede olmuş ve Atatürk, Lenin ile mektuplaşarak, resmi temsilcilerini birbirine göndererek Rus devleti ile Türkler arasındaki sorunların çözümü için çaba göstermiştir.

Yusuf Akçura, Rusya’da yaptığı çalışmalara daha sonra Türkiye’ye gelerek Atatürk’ün yanında devam etmesi, geleceğe dönük Türkçü arayışın bu iki ülke halklarının içinden bir çözüm çıkarma girişimlerinin ana göstergesi olmuştur. Akçura’nın Türkiye’ye taşıdığı Ceditcilik hareketi, Türk devriminin ve rönesansının temellerine katkı sağlamıştır. Ceditcilik ortaya çıkışı itibarıyla Tatarların öne çıkardığı burjuva yapılanmasını örgütlemiş ve öncüsü Yusuf Akçura da bu birikimi Türkiye’ye taşıyarak Atatürk ile birlikte çalışmalarını sürdürmüştür. Bu açıdan Kemalist Türkiye’nin çıkışında var olan Atatürkçü birikimin içinde Ceditciliğin de çok etkisi vardır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.